17 Ekim 2012 Çarşamba

ERIC FROMM - SEVME SANATI


 1967'de ilk basımı yapılan Eric Fromm'un ‘Sevme Sanatı’ isimli kitabı, o gün okunduğunda ne ifade ediyordu bilmiyorum ama günümüz şartlarında okunması, farklı tiplerde de olsa sevgi ilişkisi içinde olduğumuz kişileri ve onlara karşı duyduğumuz sevgiyi daha iyi değerlendirmemize çok yardımcı olacak bilgiler içeriyor.

Daha önemlisi gündelik hayatta sıkça konuştuğumuz ama içeriğinden ne beklediğimizi cok sorgulamadığımız bir kelimenin ‘Sevginin’ üzerinde düşünmeye sevk ediyor bizi.

Benim için öne çıkan, düşündüğümde benim bakış açımla örtüşen E.Fromm tanımlamaları:
'Sevgi' nin, sevdiğimiz şeyin yaşaması, gelişmesi için duyduğumuz etkin ilgi olduğu ve kişinin uğrunda çalıştığı şeyleri sevdiği ve sevdiği şey için de emek harcadığı.

Bu sevginin 4 evresi olan 'İlgi’ nin açıklaması.

Sevginin ikinci evresi olan 'Sorumluluk' günümüzde külfet ve yük olarak algılanabiliyorken, E. Fromm sorumluluğun gönülden gelen, başka birinin gereksinmelerine verdiğimiz yanıt olduğunu belirtiyor.

'Saygı', tahmin ettiğiniz üzere bu döngünün üçüncü evresi ve günümüzde sıkça kullanıldığı gibi korkmak ya da çekinmek gibi bir hissiyat barındırmıyor. Latince kökü 'respicere' den yani bakmaktan geliyor. E. Fromm bunu bir insanı olduğu gibi görebilmek olarak tanımlıyor.

Ve 'Bilgi' nin sevgi için gerekli son evre olduğunu belirtiyor. Saygı duyabilmek için tanımak gerekir. Bilgi kazanma süreci, ilgi ile kazanılmamışsa boş ve ayrılık ile sonuçlanacak bir sürece girecektir ve kişi tekrardan bu evreleri yaşayacağı başka bir kişiye ilgi duyacaktır. Bu sürecin neden bu şekilde tekerrür ettiğini, insanın doğasındaki gize ulaşma isteği ile açıklıyor, ta ki çocukluğumuzdan bu yana. Çocuklar öğrenmek, gizi cözmek için iç güdüsel olarak buldukları seyleri kırar ve parçalar. Kelebeğin, sineğin kanatlarını koparıp, sistemi çözmeye çalışması da buna bir örnek.

Gize ulaşmanın bir diğeri gizine ulaştığımız kişiye istediğimizi yaptırabilecek gücü kazanmaktır.
Sadistlikte bu gizi çözerek karşımızdakini bizim nesnemiz haline getirmeye çalışırız.

E. Fromm bu konuya, Rumi'nin bu sözü ile örnek veriyor:
'Gerçekten de sevgili, sevgilisi tarafindan aranmadan ortaya çıkmaz.'

Kitap aynı zamanda, çevremizde görüpte anlamlandıramadığımız kişileri çözümlememize yardımcı olacak bir kaç bilimsel açıklamayı da bizimle paylaşıyor.
Örneğin verme yetisi olarak sevmenin kişiliğin gelişmesine bağlı olduğunu açıklıyor ya da bir adamın kişiliğindeki erkeklik özelliklerinin duygusal bakımdan gelişmediği takdirde, bu eksikliği cinsel yaşamında erkekliğini bol bol göstererek kendini tatmin etmeye çalışmasından bahsediyor.

Karşımızdakine duyduğumuz sevginin, olgunlaşmış mı olgunlaşmamış mı olduğunu anlamamazı sağlıyor. Nasıl mı? Karşımızdakini, ona gereksinmemiz olduğu için mi seviyoruz  yoksa onu sevdiğimiz için mi gereksinmemiz var. Bunu değerlendirdiğimiz vakit sevgimizin de olgunluk seviyesini ölçmüş oluyoruz. Olgunlaşmamış sevgide, kişiye gereksinmemiz olduğu için severiz.

Son olarak sevgiliden farklı hayatımızda önemli yer tutan sevgilere sözü getiriyor. Örneğin anne sevgisi, baba sevgisi. Anneyi içinden çıktığımız yuva, doğa, toprak olarak tanımlarken; babayı yasa, düzen, disiplin, serüvenler evrenini gösteren yol olarak tanımlıyor.
Çocuğun ruhsal yeterliliğe sahip olması için anneninde babanında sevgisinin tam olması gerektiğini vurguluyor. Annenin karşılıksız sevgisini, babanın yargılama gücünü çocuk hissetmeli, içinde birleştirmeli ve kendi dengelerini kurarak yetişmeli.

Bunun yanında, kardeş sevgisini eşit insanlar arasındaki sevgi. Anne sevgisini, çaresiz, benden olan insana karşı duyulan sevgi olarak betimliyor. Bu iki sevgi tipine karşıt olan sevginin ise cinsel sevgi olduğunu söylüyor. Bu başka bir insan ile bütün olma sevgisi ve sevgilerin en aldatıcı olanı. Eğer fiziksel birleşme isteği sevgiden doğmamışsa, hiç bir zaman vahşi bir birleşme olmaktan öteye geçemiyor.

Aşık olmanın iki insan arasındaki engellerin birdenbire yıkılması ile olduğunu ama bu ani hissiyatin da kısa süreli olduğunu bize hatırlatıyor. Yabancı tanındığında, artık yıkılacak engel kalmıyor ve kendini tanıdığını düşündüğü gibi karşı tarafı da tanıdığını düşünüyor ve tüketiyor. Tabi bu his yeni feth etme isteği ile yani yeni bir aşk isteği ile son buluyor.
Günümuüz dünyasında sıkça karşılaştığımız bu sorunun aslında asıl sebeplerinden biri hızlı tüketim toplumu olmamız belkide.

Son olarak kendini sevmekten bahsediyor. Batı dünyasında bu bencillik olarak adlandırılsada, kendini sevenin başkalarını sevemeyeceğine inanılsada; aslında doğu felsefesinden faydalanarak bencil insanın kendini fazla seven değil, neden kendini sevmeyen insan olduğunu açıklıyor.

Benim, ince denebilecek  bu kitabı okuduğumda çıkardığım dip notlar bunlar. Eminim siz farklı hayat tecrübeleriniz ile bu kesin okunulması gereken kitabı okuduğunuzda, bu bilgilerin yanı sıra benim fark etmediğim farklı çıkarımlara da sahip olacaksınız.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder