1967'de ilk basımı yapılan Eric
Fromm'un ‘Sevme Sanatı’ isimli
kitabı, o gün okunduğunda ne ifade ediyordu bilmiyorum ama günümüz
şartlarında okunması, farklı tiplerde de olsa sevgi ilişkisi içinde olduğumuz
kişileri ve onlara karşı duyduğumuz sevgiyi daha iyi değerlendirmemize çok yardımcı
olacak bilgiler içeriyor.
Daha önemlisi gündelik hayatta sıkça konuştuğumuz
ama içeriğinden ne beklediğimizi cok sorgulamadığımız bir kelimenin ‘Sevginin’ üzerinde
düşünmeye sevk ediyor bizi.
Benim için öne çıkan, düşündüğümde
benim bakış açımla örtüşen E.Fromm tanımlamaları:
'Sevgi' nin, sevdiğimiz şeyin yaşaması,
gelişmesi için duyduğumuz etkin ilgi olduğu ve kişinin uğrunda çalıştığı
şeyleri sevdiği ve sevdiği şey için de emek harcadığı.
Bu sevginin 4 evresi olan 'İlgi’ nin açıklaması.
Sevginin ikinci evresi olan
'Sorumluluk' günümüzde külfet ve yük olarak algılanabiliyorken, E. Fromm
sorumluluğun gönülden gelen, başka birinin gereksinmelerine verdiğimiz yanıt
olduğunu belirtiyor.
'Saygı', tahmin ettiğiniz üzere bu döngünün
üçüncü evresi ve günümüzde sıkça kullanıldığı gibi korkmak ya da çekinmek gibi
bir hissiyat barındırmıyor. Latince kökü 'respicere' den yani bakmaktan geliyor.
E. Fromm bunu bir insanı olduğu gibi görebilmek olarak tanımlıyor.
Ve 'Bilgi' nin sevgi için gerekli son
evre olduğunu belirtiyor. Saygı duyabilmek için tanımak gerekir. Bilgi kazanma
süreci, ilgi ile kazanılmamışsa boş ve ayrılık ile sonuçlanacak bir sürece
girecektir ve kişi tekrardan bu evreleri yaşayacağı başka bir kişiye ilgi
duyacaktır. Bu sürecin neden bu şekilde tekerrür ettiğini, insanın doğasındaki
gize ulaşma isteği ile açıklıyor, ta ki çocukluğumuzdan bu yana. Çocuklar
öğrenmek, gizi cözmek için iç güdüsel olarak buldukları seyleri kırar ve
parçalar. Kelebeğin, sineğin kanatlarını koparıp, sistemi çözmeye çalışması da
buna bir örnek.
Gize ulaşmanın bir diğeri gizine ulaştığımız
kişiye istediğimizi yaptırabilecek gücü kazanmaktır.
Sadistlikte bu gizi çözerek karşımızdakini
bizim nesnemiz haline getirmeye çalışırız.
E. Fromm bu konuya, Rumi'nin bu sözü
ile örnek veriyor:
'Gerçekten de sevgili, sevgilisi
tarafindan aranmadan ortaya çıkmaz.'
Kitap aynı zamanda, çevremizde görüpte anlamlandıramadığımız
kişileri çözümlememize yardımcı olacak bir kaç bilimsel açıklamayı da bizimle
paylaşıyor.
Örneğin verme yetisi olarak sevmenin
kişiliğin gelişmesine bağlı olduğunu açıklıyor ya da bir adamın kişiliğindeki
erkeklik özelliklerinin duygusal bakımdan gelişmediği takdirde, bu eksikliği
cinsel yaşamında erkekliğini bol bol göstererek kendini tatmin etmeye çalışmasından
bahsediyor.
Karşımızdakine duyduğumuz sevginin,
olgunlaşmış mı olgunlaşmamış mı olduğunu anlamamazı sağlıyor. Nasıl mı? Karşımızdakini,
ona gereksinmemiz olduğu için mi seviyoruz yoksa onu sevdiğimiz için mi gereksinmemiz
var. Bunu değerlendirdiğimiz vakit sevgimizin de olgunluk seviyesini ölçmüş
oluyoruz. Olgunlaşmamış sevgide, kişiye gereksinmemiz olduğu için severiz.
Son olarak sevgiliden farklı hayatımızda
önemli yer tutan sevgilere sözü getiriyor. Örneğin anne sevgisi, baba sevgisi.
Anneyi içinden çıktığımız yuva, doğa, toprak olarak tanımlarken; babayı yasa,
düzen, disiplin, serüvenler evrenini gösteren yol olarak tanımlıyor.
Çocuğun ruhsal yeterliliğe sahip olması
için anneninde babanında sevgisinin tam olması gerektiğini vurguluyor. Annenin
karşılıksız sevgisini, babanın yargılama gücünü çocuk hissetmeli, içinde birleştirmeli
ve kendi dengelerini kurarak yetişmeli.
Bunun yanında, kardeş sevgisini eşit
insanlar arasındaki sevgi. Anne sevgisini, çaresiz, benden olan insana karşı
duyulan sevgi olarak betimliyor. Bu iki sevgi tipine karşıt olan sevginin ise
cinsel sevgi olduğunu söylüyor. Bu başka bir insan ile bütün olma sevgisi ve
sevgilerin en aldatıcı olanı. Eğer fiziksel birleşme isteği sevgiden doğmamışsa,
hiç bir zaman vahşi bir birleşme olmaktan öteye geçemiyor.
Aşık olmanın iki insan arasındaki
engellerin birdenbire yıkılması ile olduğunu ama bu ani hissiyatin da kısa
süreli olduğunu bize hatırlatıyor. Yabancı tanındığında, artık yıkılacak engel
kalmıyor ve kendini tanıdığını düşündüğü gibi karşı tarafı da tanıdığını
düşünüyor ve tüketiyor. Tabi bu his yeni feth etme isteği ile yani yeni bir aşk
isteği ile son buluyor.
Günümuüz dünyasında sıkça
karşılaştığımız bu sorunun aslında asıl sebeplerinden biri hızlı tüketim
toplumu olmamız belkide.
Son olarak kendini sevmekten
bahsediyor. Batı dünyasında bu bencillik olarak adlandırılsada, kendini sevenin
başkalarını sevemeyeceğine inanılsada; aslında doğu felsefesinden faydalanarak
bencil insanın kendini fazla seven değil, neden kendini sevmeyen insan olduğunu
açıklıyor.
Benim, ince denebilecek bu kitabı okuduğumda çıkardığım dip notlar
bunlar. Eminim siz farklı hayat tecrübeleriniz ile bu kesin okunulması gereken
kitabı okuduğunuzda, bu bilgilerin yanı sıra benim fark etmediğim farklı
çıkarımlara da sahip olacaksınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder