Kendi işinizi yapıyorsanız ya da iş yapmayı düşünüyorsanız ‘Sil
Baştan’ ‘ı kesin okuyun. Ama bir yerde çalışmayı planlıyorsanız ya da
girişimci ruhunuz yoksa okumayın, çünkü ben diyorum işte diyeceğiniz fikirler
mevcut ve size ben burda harcanıyorum hissiyatına sokabilir.
‘Sil baştan ile iş hayatıyla ilgili tüm bildiklerinizi unutun’
diyor kitabın kapağında. Okuyun farklı bir bakış açısı yakalayın. Kanımca
revize etmek isteyeceğiniz iş yapış metodlarınız olabilir, benim doğru bulduğum
noktalar çok. Ama konservatif bir yapınız varsa, bu Türkiye’de işlemez de
diyebilirsiniz. Yine de okuyun ve farklı bakış açılarını değerlendirme
konusunda vizyoner olun derim.
Gelelim kitapta beğendiğim ve size aktarmak istediğim
noktalara:
Harvard Business araştırmasına göre başarıyı yakalamış
girişimcilerin tekrar başarılı olma ihtimali %34 iken hüsrana uğramış olanların,
ilk defa şirket kuranlar ile aynı ihtimale sahip olmaları, yani %23.
Yalın anlatımın iş yaparken önemli olduğunu söylemiş, ben
buna katılıyorum süslü, kafa karıştırıcı briefler, cümleler, kampanyalar yerine
net olmak hedefe ulaşmanızı kolaylaştırıyor. Burdan da anlayacağınız üzere
kitabın dili gayet yalın, net ve direk. Ben bu tip yazı diline sahip yazarları
ve kitapları seviyorum çünkü rahat okunuyor, hızlı bitiyor ve size maksimum
faydayı sağlıyor.
Bir işi yaparken Jason Fried ve David Heinemeier Hansson
sayesinde edindiğim bir kontrol listesi var:
- Bunu neden yapıyorum?
- Hangi sorunu çözüyorum?
- Gerçekten işe yarar birşey yapıyor muyum?
- Değer katıyor muyum?
- İnsanların davranışlarını değiştirir mi?
- Daha kolay bir yolu var mı?
- Bunun yerine ne yapabilirdim?
- Buna gerçekten değer mi?
İkinci madde kurumsal hayattaki tecrübelerimde benim kendime
çok sık sorduğum bir soruydu ve departmanlar arası gösteriş amaçlı hazırlanan
sunumlar da en çok sinirimi bozanlardı.
Kitapta bölünmelerden uzak durum diyor. Konsantre
çalışacağınız zamanı ve alanı kendinize ayırın diyor ki bence bu Türkiye’deki
çoğu şirketin sorunlarından. Gereksiz toplantılar, mail trafiği, tam bir işe
başlamışken çalan telefon ve gereksiz talepler; günün verimsiz geçmesinin
başlıca sebeplerinden.
‘Yeterince iyi, iyidir.’ diyor bu çoğu insanın işin içine
girince unuttuğu, hırslarının ağır bastığı bir konu. Daha iyi, en iyi olmalı
diye düşünüyor insan. Halbuki iyi mükemmele dönüşebilir ama hiç başlamamış bir
işin mükemmele dönüşme şansı da yoktur. Burda çözüm yazarın tabiriyle Judovari usulü yani en az gayret ile en
çok işi yapmak.
Hız iyidir diyor, bundan ‘Google ne yapardı’ kitabında
da bahsediliyor. Hata yapacaksanız bile hızlı yapın ve hızlı telafi edin!
Yaptığınız iş ne kadar çabuk müşterilerin eline geçerse o kadar iyi çünkü.
Güzel bir tavsiye var yine. Ben aslında bunu uyguluyorum ama
uygulamayın dediği yöntemi de şirketlerimde uyguluyorduk. Bundan sonra
uygulamak isteyenlere uygulamayalım diyeceğim çünkü yazarın dediği gibi bazen
şuursuz yönetici ya da patronlar herşey hemen olsun istediğinden herşeyi
birinci sıraya koyabiliyorlar.
Uzun lafın kısası diyorki: Öncelik listesi yaparken
numaralandırma ve etiketleme yapmayın; en öncelikli olanı listenin en tepesine
koyarak yukarıdan aşağıya yazın. Aksi takdirde bir süru bir ve iki numaralı
işiniz olabilir.
Başka kitaplarda bunu yapmayın denen birşeyi bu kitap yapın
diyor. Normalde söylenen rakibinizi kötülemeyindir ama bu kitap diyorki
rakibinizin işe yaramaz olduğunu, zayıf yanları olduğunu düşünüyorsanız bunu
bağıra bağıra söyleyin. Örnek olarak şunu vermiş: Audi reklamında, ‘Audi
kullanıcıları arabalarını nasıl park edeceğini bilir,’ sloganı geçiyor ve bunla
Lexus’un otomatik park sistemine gönderme yapıyor. Benim çok sevdiğim
reklamlardan biri de Türkiye’de ya kaldırılan ya da sadece belli kanallarda
gösterilen BMW ve Mercedes reklamı. Susurluk kazasından sonra BMW’nin şöyle bir
reklamı vardı. Bir BMW da göremeyecekleriniz:
Pedalların orda yumurta topuklu bir ayakkabı. Başka bir
versiyonunda vites kolunda bir tespih, başka bir versiyonunda bagajda silah.
Kabul ediyorum biraz iddialı ve fazla vurucu ama kendinden konuşturur. Bir
diğer aklımda kalan yurt dışında metroda gördüğüm reklamda, Pepsi Max ve Coca
Cola Zero reklamı. Metro noktaları gibi bir çizelge yapmışlar ve Zero’yu sıfır
noktasına koyup, Max’ı maksimum noktasına koymuşlar. Her ne kadar Zero
bağımlısı bir insan olsamda, takdiri hakeden bir reklam bence.
Konuyu fazla dağıtmadan dönelim kitaba. Bu tavsiyeyi şöyle
destekliyor. Çatışma insanları heyecanlandırır ve taraf tutma ihtiyacı doğurur.
E tabi bu durumda size de tutanlar olacaktır.
Başka alışmadığımız bir tavsiye: Müşterilere kulak vermeyin
diyor. Yani daha doğrusu onları dinleyin ve sonra o kağıtları bir kenara atın
diyor. Zaten gerçekten değerlendirmeye almanız gereken bir konu ise tekrar
tekrar karşınıza çıkacağından size unutma şansı ya da geri bildirim formlarına
dönüp bakma gerekliliği kalmayacaktır.
Henry Ford’un güzel bir sözü ile de bu tezini destekliyor.
‘Müşterilere kulak verseydim, üreteceğim şey daha hızlı
giden bir at olurdu.’
Yine genel teamüle ters bir tavsiyesi: İş yapış şeklinizi
saklamayın bu konuda şefleri örnek alın. Biz bunu yapıyoruz, Zappos”da bunu
yaptı diyor. Yani ne yapıyor? Neyi nasıl
yaptığını açıklıyor. Niye şef benzetmesi yapmış derseniz, açıklama şu şekilde.
Bildiğiniz şeflere bakın, bunlar televizyonda, internette tariflerini ve kendi
sırlarını açıklayan şefler. Bunu yaparken yöntemlerimi çalarlar korkuları yok;
çünkü sadece bilmek bazı şeyleri yapmak ve başarmak için yeterli değil. Heleki
sadece kopya çekerek yapmaya çalışılıyorsa.
Bu arada gerçekten Zappos case study olarak anlatılabilecek
bir şirket. ‘Mutluluk dağıtmak’ isimli kitabı okudum, ilerleyen günlerde
notlarımı toparladığımda onla ilgili de yazacağım.
Şimdi benim alanımla yani pazarlama ile ilgili bir konuda
sıra ve bu benim de anlatmaya çalıştığım bir konu oldu hep. Pazarlama bir bölüm
değildir. Şirketin bütünü pazarlamanın konuları içine girer.
Bu söz bana ait değil, bir şirket ceo sunun ya da pazarlama
gurusunun sözü, yine bir kitapta okumuştum ve mantıklı gelmişti. Diyordu ki:
Pazarlama, pazarlamacılara bırakılamayacak kadar önemlidir.
Mağaza personelinizin müşterilere davranışı. Santralinizin
telefonu açışı. Montaj, sevk personelinizin kılık kıyafeti. Geri iade
prosedürünüz. Üretim kısmının yeşil enerjiye bakışı vs vs. Pazarlamayı
ilgilendiren, etkileyen konular.
Ve son olarak çalışma saatleri, çalışan verimliliği ve
motivasyonu ile ilgili şunu söylüyor ki bugün 50 patrona sorsam hem fikir olanların
sayısı kanımca Türkiye’de 10’u geçmez. Saat beş oldumu çalışanlarınızı evlerine
yollayın diyor. Türkiye’de ise ne kadar çok ofiste kalıp çalışıyorsanız ya da
çalışıyor gözüküyorsanız o kadar iyi çalışansınızdır. İnsanların bütün hayatlarının işleri olmasını
istemeyin tavsiyesini veriyor, bencede bütün gün çalışan nörd bir
personeldense, sosyal hayatı olan, dışardaki hayattan birşeyler öğrenen,
trendleri takip eden kişiler şirketlere daha çok şey katabilirler.
Esnek, huzurlu, kişilerin kendi planlarını yapabilecekleri
kadar insiyatif verilen işyerlerinde bence çalışanlar işlerine daha bağlı ve
yaratıcı oluyorlar.
Yine de okumak, değerlendirmek ve uygulamak size kalmış. Ama
benim tavsiyem alışılmış iş kitaplarının dışına çıkıp ‘Sil baştan’ ‘ ı
okumanız.