Jose Saramago’nun ‘Ölüm bir varmış bir yokmuş’ isimli
romanına bende çoğu yorumda bahsedilen bir bilgi ile başlayacağım, belki de kitabın
en büyük özelliklerinden biri bu: Aynı cümle ile başlıyor ve bitiyor: ‘Ertesi
gün kimse ölmedi’. Bu noktada kitap bittiğinde bir an acaba ikinci
bölüm olarak nitelendirebileceğim kısım flashback yapılmış kısım mıydı diye
düşünmeden edemedim ama değil.
Kitabın içeriğini iki kısıma ayırabiliriz. İlk bölüm, ölümün
yeni yıl sabahı artık kimseyi öldürmemeye karar vermesi ile yaşanan kaoslardan
bahsediyor. İkinci bölümde ise; ölümün tekrar insanları öldürmeye başlayıp,
yöntemde yaptığı değişiklik ile son anda insan olmaya ve belki de aşka yenilip
tekrar öldürmeyi bırakmasını anlatıyor.
Okunmasını tavsiye ederim. Uzun cümleler kuran bir insan olmama
rağmen yazarın uzun cümleleri, noktalama işaretleri kullanmayan tarzı bazen
sizi konudan kopartabiliyor ama benim bu zamana kadar en uzun cümleler kuran
yazar olarak nitelediğim Mario Levi’ye göre okuması çok kolay.
Dili nispeten yalın, tabi derinlerdeki anlamı çözmek için
arada durup düşünmeniz gerekiyor. Kara mizah yapılmış. ‘Şimdi bunu mantıksız
bulacak okuyucular için bir açıklama yapalım.’ şeklinde özellikle ikinci
bölümde iç monologlar kullanmış. Sonuç okuması keyifli denebilecek ve bence
okunması gereken, 1998’de Nobel Edebiyat Ödülü almış bir kitap.
Gelelim beni etkileyen iki kısma:
Kitabın ilk bölümünde ölüm bir gün insanları öldürmekten
vazgeçiyor dedik ya, bir anda ülke bir kaosun içine giriyor. Yasadışı gruplarla
devlet iş birliği yapmaya başlıyor çünkü hastaneler ölmeyen hastalar ile ne
yapacaklarının, sigorta şirketleri yıllarca ödenecek maaşların, cenaze
defnedenler de ölüm olmadığından parasızlığın derdine düşüyorlar. Bu kısımdan ben üzücü ama etkileyici bir
fikir çıkardım. İnsanların eylemlerinden görüyoruz ki, sistemin çalışması için
gerekli kararlar acımasız, ahlaksız, zarar veririci olabilir ama herzaman önceliklidir.
Temelde iyilik, insanların uzun yaşaması vs gibi konuların çıkarlar, maddiyat
ve sistem söz konusu olduğunda ikinci plana itilmesi ise gayet olağandır.
Bu, sistemi kuranlar, yukardakiler, yönetenler tarafından
yapılan bir eylemken; birazdan bahsedeceğim ikinci fikir de, insanların
yakınlarına, akrabalarına, dostlarına yapabildiği çirkinliği anlatıyor.
Kitabın kurgusundan çok bahsetmeden değinmek gerekirse; ölmek
üzere olan kişiler ölüm olmayan ülkeden mafia vasıtasıyla sınırı geçerek ölüme,
ebedi huzura kavuşabiliyor. Mafia başta
illegal ve insanlar evdeki hastalarını bu şekilde ölüm ile buluşturuyor ve
soran konu komşuya hala evde hasta yattığını söylüyor. Sonra mafia ve devlet bir anlaşma yapıyor ve
bu sistem yasal hale geliyor, ölen insanlara ölü raporu veriliyor ve bir anda
mafia’nın işleri bozuluyor çünkü sevdiklerinin kendi rızası da olsa, zor
günlerinde onları terk eden yakınları afişe olmuş oluyor. ‘İnsan eti ağırdır.’ söylemi
de, bence tam bu durumu anlatan bir söylem. Ama bir diğer ağır olan şey bu
ağırlığın altında ezildiğini konu komşuya göstermek galiba. Sonraki çözüm ölüm
raporlarına intihar olarak bilgi yazılması oluyor ve tekrardan mafia’nın işleri
düzeliyor. Hepsinde sonuç, taraflar aynı. Ölmeyi isteyen yine ölüyor, ölüm için
yardımcı olan akraba yine destek oluyor, mafia yine organizasyonu yükleniyor ve
devlet göstere göstere ya da gizliden bu sisteme destek veriyor ama insanların
tutumları arada değişiyor. Bunun acı olsada bende uyandırdığı fikir, ahlakın
çoğu insanda tamamen toplum baskısından kaynaklı var olduğu. Kalbimiz, gerçek
iyilik ve doğruluk değil; yasalar ya da sistem değil, başka insanların bizim
için ne düşünecekleri aslında bizim çoğu olaydaki kararımızı etkileyen faktör.
Yukarıda da yazdığım gibi kitabı okuması kolay ama üstü
kapalı verdiği mesajlar nedeniyle ağır denebilecek bir kitap. Yazarın
kilise tarafından aforoz edilmiş ve marksist olduğu da söylemek bazı şeyleri
çözümleminizde daha yardımcı olur sanırım.
Çok uzatmadan benim için yeni iki kavramı paylaşmak
istiyorum:
Atrapos: Kader tanrıçalarının üçüncüsüymüş.
Omni presentis: Her yerde bulunan, mesela Tanrı.
Ve kitabın sonu ile ilgili bir cümle edip, yorumu
beğenenleri kitap ile başbaşa bırakıyorum. Başlangıçta ölümün bitmesinin
doğurduğu kargaşanın detaylı olarak betimlenmesine rağmen insanın duygusal
sonlara olan zaafiyetinden sanırım, son kısımda ölümün bitmiş olması, tüm
varlığı boyunca gerçekleştirmesi gereken amaca tamamen zıt, duygusal bir
düşünce ve eylem içine giriyor olması son sayfalarda insanın yüzünde bir
tebessüm oluşturuyor; en azından bende öyle oldu. Romanın akışına göre beklenmeyen bir son olduğundan paylaşmak istedim.
İyi okumalar!