6 Kasım 2012 Salı

GUY KAWASAKI - BÜYÜLEME


Guy Kawasaki’den büyüleyen bir kitap 'Büyüleme'.

Gerçekten son zamanlarda okuduğum en tatmin edici, doyurucu, anlatımı güzel, içeriği güzel kitaplardan diyebilirim. Pazarlama, sosyal psikoloji, nöromarketing, kişisel gelişim, psikoloji alanlarına ilgi duyan herkesin okuması gerek bence. Hiç bir şeye ilgi duymuyorsanız da okuyun Guy Kawasaki’ye duymaya başlayacaksınız...
Öncelikle kitapta yer verilmiş bazı güzel sözleri sizinle de paylaşmak istiyorum:

‘Bazıları her gittikleri yerde mutluluğa neden olurlar, bazıları da her gittiklerinde.’
Oscar Wilde

‘İfade etmek istediğin şeyi, önce deneyimlemen gerekir.’
Vincent Van Gogh

Kitabın girişinde insanı büyülemek için gerekli adımlardan bahsediyor, yani gülümsemek, kıyafetlerimiz, el sıkışmamız ve kelime dağırcağımızdan.

‘Soyut sanat yoktur. Her zaman bir şeyle başlamak zorundasınız. Sonrasında gerçekliğin tüm izlerini ortadan kaldırabilirsiniz.’
Pablo Picasso

Tanışıklık bağlılığı oluşturur, küçük görmeyi değil.

Gülümsemek ile ilgili Pan smile terimini sevdim ve benimsemedim. Pan smile nedir derseniz? Amerikalıların yapmacık gülümsemeye verdikleri isim. Nerden geliyor derseniz, Pan Amerikan havayollarında çalışan hosteslerin yolcuları gördüklerinde kaz ayaklarını kullanmadan sadece ağızları ile yaptıkları gülümsemeden geliyor. Bir marka için bu şekilde anılmak gerçekten çok acı olsa gerek.
Kıyafetler ve el sıkışma konusunda çok farklı bir bilgi yok. Bir ortama kıyafetleriniz ve duruşunuz ile kabul edilir, düşünceleriniz ve hareketleriniz ile benimsenirsiniz ana fikri burda da geçerli. Scientist devise guide to the perfect handshake’ diye bir makaleyi referans vermiş, physorg.com bloğundan ulaşılabilirmiş. Bende henüz bakmadım ama bakanların yorumlarını merak ediyorum.
Kelime dağarcığı konusuna gelince bazı ip uçları vermiş. Mesela basit kelimeler kullanmanız gerektiği.
Edilgen değil, etken cümleler kurmanız gerektiği gibi.
Sonra kişisel gelişimde altı çok çizilen konulardan bazılarına deyiniyor.
İnsanlar ikili değildir, güçlü ve zayıf yönleri vardır. Herkes bir konuda sizden daha iyi olabilir gibi insanlara tutumunuzu geliştirmenize yardım edebilecek, bir insan hakkında olumsuz düşünceye sahip olduğunuzda söyleyerek hayatınızı ve insanlara bakışınızı kolaylaştırabilecek, mantra olabilecek fikirler veriyor. Tek başına bu cümleleri okuduğunuzda wow olmuyorsunuz belki ama kitabın geneline duyduğunuz saygıdan, Guy Kawasaki’nin ağzından çıktığında daha büyüleyici olabiliyor bence. 
İki tarafında kazanmasını sağlarsanız ve ortak noktalar bulursanız karşı tarafı etkilemenin çok daha kolaylaşacağından bahsediyor ki, ortak nokta araştırması için sosyal medyanın gücüne de değinmeden geçmiyor.

Biraz daha pazarlamaya kaymamız gerekirse:

1.    3 parçalı ifadelerin faydalı olduğunu belirtmiş:
Görün-alın-deneyin gibi.
2.    Eğretileme kullanmanın faydalarından bahsetmiş: Yani amacı anlatan mecazi karşılaştırmalar.
Çocuk güvenliği ile ilgili bir ürünü tanımlarken: “Çocuğunuzun yeni koruma görevlisi.”  Sloganını kullanmak gibi.
3.    Benzetme kullamaya yönlendirmiş:
Uyuşturucu kullanmak ateşle oynamak gibidir.
4.    Kısa tutmayı tavsiye etmiş: 6 cümlelik e-posta, 60 saniyelik video, 10 slide lık sunum, 20 sayfalık iş planı.
5.    Olumlu kalın ve gelecekteki iyiliğe odaklanın tezi için sigara içmenin kötü sonuçlarından bahsetmişki, sigara paketlerinin üzerindeki iğrenç resimlerin tüketimi azaltma konusunda hiçbir olumlu sonuca ulaşmamış olması bu tezi destekliyor sanırım.
6.    İnsanların zekalarına hakaret etmeyin, olguları iletin ve seçimi onlara bırakın diyor. Sonsuz güzellik, mucizevi kilo verme gibi sloganların aslında hakaret içerdiğini ve nadiren işe yaradığını söylemiş ki. Bu konuda ne haklı ne haksız diyemiyorum açıkcası.

Referans verdiği kişilerden biri de Drake Bennet’ın Easy=True kitabı: Büyüleme’yi bitireli çok oldu ama açıkcası notlarımı size ulaştırmakta biraz tembellik ettim. Referansları da henüz araştırmadım ama Bennet’ı referans göstererek verdiği bilgileri aşağıdakiler.

·      Telafuzu kolay isimli hisselerin, telafuzu zor isimli hisselerden daha başarılı olduğu
·      Okunaklı basılan anketlerde insanların daha dürüst yanıtlar verdiği
·      Kafiyeli cümlelerin insanlara daha inandırıcı geldiği
·      Kısa, akılda kalan isimlere sahip ürünlerin daha kolay satıldığı. Zor bir şampanya ismi yerine Crystal isimli bir şampanyanın daha çok satılacağı gibi ama burda bir de ters etki varki lüks algısında önemli bir etki. İsmi zor olan ürün teklif edildiğinde, daha ayrıcalıklı ve yenilikçi olduğu algısı oluşuyor ve tercihi kazanan ürün oluyor.

Bu kendi çıkarımı mı, Bennet’den mi alıntı bilmiyorum ama yakın bir tespit daha var. O da:
Pahalı üründe az alternatif olduğunda müşterinin alım kararını daha kolay verdiği, ucuz üründe ise çok seçenek olduğundan müşterinin alıma yönlendiği gibi. Mesela markette reçel ya da içecek alacaksanız çok alternatif olması iyi ama pahalı bir mobilya alacaksanız, az seçenek olması daha iyi. Ucuz üründe pişmanlık çok olmuyor ama pahalı üründe pişmanlık olma ihtimali olduğundan keşke diyeceği başka, çok alternatif olmamalı gibi bir sonuç çıkıyor.
Belirgin nokta göstermenin faydası aslında bilinen ve tüketiciyi ikna eden bir konu başlığıdır ve ülkemizde de bunu keşfetmiş başarılı pazarlamacılar reklamlarında bunu kullanır. Aynı duracell pil reklamlarında olduğu gibi, Kawasaki diyor ki: Ipad gb bilgisi yerine kaç şarkı alabileceğini söyleyin.
Diğer insanların yapıyor olması yani halk arasında çok kullanılan tabiriyle, sürü psikolojisi tetikleyici bir etken. Dikkat etmeniz gereken ise, hem yapılmasını istediğiniz hem de istemediğiniz konularda aynı tetikleyici etkiye sahip olduğu.
Verdiği örneği birebir vermekle çok mu ayıp ediyorum, yoksa kitabının okunması için pozitif etkiye mi sebep oluyorum bilmiyorum ama örnek şu şekilde:
Amaç fosil ağaçların toplanmasını engellemek:
Amacına ulaşmakta en az etkili olan görsel, toplayan çok kişinin olduğu. Hiç uyarı konmadığında sonuç ortalamada seyrediyor. Posterde tek kişiyi kullanıyorsanız en etkili iletişimi yapmış oluyorsunuz. Burdan çıkan sonuç şu: Yapılan şey yanlış olabilir ama herkes yapıyorsa yapılabilir.
Bir nüansla sonucu değiştiren bir bilgilendirme de buna iyi bir örnek:
‘Santral personelimiz aramanızı bekliyor lütfen arayın.’ yerine ‘Santralimiz meşgülse lütfen tekrar arayın.’ demek, demek ki yoğunlar ve çok tercih ediliyorlar psikolojisi uyandırıyor.
Şahsi fikrim, özeti bile kitabın ne kadar dolu olduğunu göstermeye yetiyor.
Çıkarımlara devam etmek gerekirse, sizin iyilik yaptığıniz bir kişidense size bir kez iyilik yapmış kişinin size yeni bir iyilik yapmak için yine hazır olacağını söylemiş.
Sizin iyiliğinize teşekkür edenlere ise, “Birşey değil.” yerine “Biliyorum sende benim için yapardın.”deyin. Böylece ihtiyacınız olduğunda sizi geri çevirmesi çok düşük bir ihtimal olacaktır.
Dale Carnegie’nin “Dost kazanma ve insanları etkileme sanatı” isimli kitabınıda okumanızı tavsiye etmek tam bu çıkarımdan sonra sanırım uygun olacaktır.
Dokunsal haptik duyguların insanların kararlarını nasıl etkilediğine dair bazı araştırmaları da konu etmiş. Mesela yumuşak sandalyede oturanların daha duygulu ve esnek oldukları.
Ağır kağıt ağırlıkları kullanmanın, kişiyi daha özenli ve ciddi olarak algılattığını.
Para konu olunca ya da para ile ilgili biliç altına sinyaller gönderildiğinde, kişinin amaçtan uzaklaşıp daha çok paraya odaklandıklarını yazmış.
Biraz daha teknik konulara dönersek.
Mükemmel sunum için:
Sunumu kişiselleştirin, hizmet ya da ürün değil rüya satın, konuşma değil senaryo düşünün, az kelime çok görsel kullanın, 10-20-30 kuralını uygulayın diyor.
Son kısımda ilginç geleceğini düşündüğüm konu ise, iyi bir patron olmak, çalışanlarınızı büyülemek ile ilgili.. Ama bu kısım hakkında notlarımı paylaşmıyorum çünkü okuması ve kendini geliştirmesi gereken patronlardan biri olabilirsiniz. Bu kısmı ve aşağıda Kawasaki’nin  bu konu ile alakalı paylaştığı referansları sizin okumanızı, kendinizi değerlendirmenizi ve özümsemenizi tavsiye ederim.

Brenda Bence: Celebrate Team’s Success and Boost Business
3 things to make your manager workshop you

Son olarak kısa olarak bazı notlarım var araştırmaya devam etmek adına, sizinle de paylaşıyorum belki benden önce araştırır ve benimle paylaşırsınız.
Gapminder vakfı, trendleri analiz ediyormuş, HansRosling diye google’da aratabilirsiniz.
Kapanış olarak kitaptan öğrendiğim bir kelimeyi kullanmak istiyorum.
Yohaku-no-bi, yani ima edilmeyen ve belirtilmeyenin güzelliğini takdir etmek. Kawasaki büyüleme çabalarınızda aşırıyı kaçmayın demiş, kitaptan o kadar şeyi aktardıktan sonra bunu aktarmamak olmazdı.

İyi okumalar.

30 Ekim 2012 Salı

GESHE MICHAEL ROACH - ELMASTIRAŞ


Elmastıraş aslında dünya tarihinde basılan en eski kitap ve kitapta yazdığına göre British Museum’da MS 868 tarihli bir kopyası varmış. Gutenberg İncil’inden 600 yüzyıl önceye ait bir Tibet Budist kitabı. Ancak Geshe Michael Roach kitabı, iş hayatındaki başarısı ve kendi deneyimleri ile yorumlayarak bizim için daha okunabilir bir hale getirmiş. Okunabilir diyorum çünkü ana kitaptan alıntıların dili oldukça ağır, bu haliyle bile çok sürükleyici bir kitap olduğu söylenemez. Ancak bu işe gönülvermiş kişilerin başucu kitabı niteliğinde ve bulması biraz zor.

Benim çıkardığım fikirler aslında herkesin bildiği, kendini geliştirmek isteyen ve iyiyi bulmak isteyen herkesin uygulaması gereken konular. Gerçekten bu tarz spritüel konulara inanıyorsanız, bu kitabı da okuyup uygulamanız belki de yazarın dediği gibi hayatınızın değişmesine neden olabilir.

Yazar Amerika’daki sayılı başarılı şirketlerden birinin yönetiminde ve bu anladığım kadarıyla ona giriş sayfalarında para ile spritüel yaşamın aslında ters olmadığını açıklama ihtiyacı hissettirmiş. Muhtemelen bu yönde çok soru almış olacak. Kazanılan para ile diğer insanlara daha çok fayda sağlanabileceğini, bunun aslında bir erdem olduğunu ve önemli olanın paranın nasıl kazanıldığı olduğunu vurgulamış. Para kazanmanın geriye bakıp yıllarca yapılan çalışmaların bir sonucu olduğunu görebilmemiz gerektiğini de hatırlatmış.
Yazarın iş hayatında faaliyet gösterdiği alan elmaslar ve elmas ile ilgili de bazı güzel bilgiler veriyor. Örneğin; en iyi derece renksiz elmas taşının D ile kodlandığını. Bir insan ile aranda santimlerce D elması varsa bile yüzeyine ışık vurmadıkça olduğunu fark edemeyeceğinizi. Bu son örneğin kitabın felsefesi ile de bir bağlantısı var. Her insanın potansiyelini simgeliyor; yani görmediğiniz henüz ışık vurmamış bir çok özelliğiniz olabilir diyor.
Elmasın ancak başka bir elmas tarafından çizilebileceği, bizim müfredatımızda ilk okuldan beri öğretilen bir konudur ama başka bir bakış açısı ile kişinin ancak kendisi tarafindan çizilebileceği yani size verilen zararların aslında sizden kaynaklandığını söylemek istiyor.
En sert doğal mineral elmasın, ikinci en sert doğal mineral olan yakuttan tam 3 kat daha sert olduğunu da bu kitaptan öğrendim.

Ana fikir “Boşluk’ hakkında da konuşmak gerekirse, bir şeyin tek başına bir anlamı olmadığını, bakanın bakış açısına göre değiştiğini ve herşeyin içinde gizli bir potansiyel barındırdığını tüm kitap boyunca vurguluyor. Bence bu konu gestalt teorisi ile de benzerlik gösteriyor. İlerki günlerde Gestalt teorisi ile ilgili de bir kitap hakkında yorumlarımı yazacağim ve benim gerçekten okumaktan müthiş zevk aldığım bir kitaptı.
Kitabı okuyup, zevk alanlar sanırım birçok yerde referans olarak gösterilen Choney Lama ile ilgili yazıları da okumak isteyeceklerdir, şahsen bende böyle bir istek uyandırdı. Buna ek olarak Tibet’li master Büyük Tsongkapa’nın ‘The great book on the steps of the path’ ve Hintli bilge Dharma Rakshita’nın ‘The Crown of knives’ ilk fırsatta okuyacağım kitaplardan olacak.

Kitabın içeriği kadar bazı hatırda kalan güzel bilgileri ve sözleri de sizinle paylaşmak isterim. Doğanın mükemmelliyete ulaştırmakta başarısız olduğu elmas oluşumuna Boart denmesi.
Hz.İsa’nın ‘Dikenlerden üzümler, devedikenlerinden incirler olmaz; sözü, ki bu günümüzde kullanılan ‘İyi bir sonuç, ahlaki olmayan bir davranıştan doğamaz’ sözünün kaynağı bence. Uzakdoğu dillerine ilgi duyanlar için Tibetce’de Korwa’nın kendini ebedileştiren sorun anlamına geldiği ve Korwa’dan uzak durmamız gerektiği gibi.

Son olarak kitaptan benim için hergün okunması gereken bir mantra’da çıktı, bunu da sizinle paylaşmak istiyorum belki sizde de bende yarattığı aydınlanma ve huzur etkisini yaratır.

·      Vermek bolluğu getirir, iyi bir dünya doğar ahlakla.
·      Sabır güzelliği getirir, zirveye ulaşır çabayla.
·      Konsantrasyon huzuru getirir, ilimden gelir özgürlük.
·      Merhamet dilediğimiz, herşeyi sunar önümüze.

Kitapta uygulamak isterseniz, ana amaca ulaşmayı sağlayacak bir sürü yöntem de var. O kısım biraz detaylı eğer buraya kadar yazdıklarım ilginizi çektiyse ve alıp uygulamaya karar verirseniz beni de sonuçlardan haberdar edin lütfen. J


29 Ekim 2012 Pazartesi

LAURENT GOUNELLE - TANRI DAİMA TEBDİL-İ KIYAFET GEZER


Laurent Gounelle’nin ikinci kitabı ‘Tanrı Daima Tebdil-i kıyafet gezer’ başlangıçta beklediğim akıcılığı sağlayamasa da, bir noktadan sonra sizi içine çekiyor ve elinizden bırakamıyorsunuz. İlk başlarda e hadi başla artık hissiyatı doğuruyor ve sıradan geliyor. Açıkcası bu noktada bir özeleştiri yapmak istiyorum, roman türünde kitaplar pek benim tercihim olmadığından roman okumayı seven kişilere bana verdiği hazdan fazlasını verebilir. Bu kitabın içinde kişisel gelişim öğelerinin olduğunu düşünmem ve yorumlardan okumam, bu kitabı almamın sebebiydi. Açıkcası benimle hem fikir olanlar var mı bilmiyorum ama çoğu 'Çok satanın' şişirilme olduğunu düşündüğümden satın alırken de bazı çekincelerim vardı. Genel olarak giriş gelişme ve sonuç olarak bakarsak, giriş kısmı başta da söylediğim gibi vasattı; gelişme kısmı oldukça sürükleyici ve içine çekiyor; sonuç kısmına gelirsek biraz zorlama, şok etmeye uğraşılmış yani ne vov dedirtti, ne de aman bu mudur dedirtti. Gelişme kısmı ile ilgili bir diğer hoşuma giden şey benim asıl ilgilendiğim ve sevdiğim kitaplarda olduğu gibi bunda da bilimsel araştırmalara yer verilmiş olması ve günlük hayatta işimize yarayacak notları barındırması. Mesela emeklilik ile ilgili bir araştırmaya yer vermiş. Çıkan sonuç: İnsanlar emekli olduktan sonra hastalıkları artıyor ve bu kişisel olarak da canı gönülden inandığım bir tez.
Bir diğer konu insanların bir diğerine soru sorarken çoğu zaman, özellikle rekabet barındıran ortamlarda mesela toplantılarda; amaçlarının gerçekten merak ettikleri bir konu hakkında bilgi almak değil, karşısındakini zora sokmak ya da köşeye sıkıştırmak olduğundan bahsediyor ve cevap verenin de, aslında bunu farkında olduğunu ve istemsiz ya da istemli olarak daha agrasif tarzda ya da içerikte cevap verdiğini söylüyor.
Kişisel gelişim ile ilgili bir diğer dikkatimi çeken ve sizinle paylaşmak istediğim not da: Kişilerin birbiri ile gerçek akış içinde iletişimde olduklarında vücut dillerinin de birbirlerini tamamlayacak şekilde pozisyona geçtiği. Bu konu ile ilgili şu an güzel bir kitap daha okuyorum ve yakın zamanda eminim bundan daha fazla faydalı ve bilimsel sonucu sizinle paylaşıyor olacağım.
Sonuç olarak ‘Yeni Coelho’ olarak sınıflandırılan bu yazarı ve kitabı okumanızı tavsiye ederim.

20 Ekim 2012 Cumartesi

YASEMİN SOYSAL - TEK SUÇLU BEYNİNİZ

Ön yargımı dile getirmekten utansamda, bunu söylemenin kitap ile ilgili yorumumun ne kadar objektif olduğunu anlamanızda faydası olacağını düşünüyorum. Tavsiye edildiğinde herkes kişisel gelişim kitabı yazıyor ve o kadar yabancı yazar okumuşken beni tatmin eder mi diye düşünmedim değil, ancak okuduktan sonra kesinlikle fikrimin değiştiğini söylemem gerek. 

Kişisel gelişimi havada kalan kavramlardan ziyade, bilimsel yönleri ile açıklayan, kişisel gelişimden keyif alan herkesin okuması gereken bir kitap bence. Hatta kişisel gelişim kitabı okumam diyen yakınlarıma bile hediye ettim ve aldığım yorumlar çok pozitif oldu.
Anlatımda biraz tekrar yok mu? Evet var, bu da aslında bu kitap ile ilgili olumsuz düşüncelerimin sebebi. Sanki biraz daha kompak olarak bilgiler toparlanabilirmiş; ancak bu da yazarın yazım dili tabiki. 
Dikkat çeken konular ne derseniz?
Hemen hemen her kişisel gelişim kitabında gecen 21 günlük alışkanlık süresini, şimdi kafamda oturdu diyecek şekilde açıklıyor. Neden sadece düşünmenin, hayal etmenin ve yazmanın bile bizi isteklerimize ulaştırmakta başarılı olacağını açıklıyor ve güzel bir örnek ile pekiştiriyor. Beynin düşünmek ile yapmanın farkını ayırt edemediğini limon örneği ile açıklıyor. Yemeseniz bile limon dendiğinde ağzınızın kamaşmasının aslında beynin nasıl algıladığını gösteren güzel bir örnek olduğunu yazmış.
Küçüklükteki kodlamaların, hayatımızın geri kalanını nasıl etkilediğini anlatıyor ki kanımca bu kısım biraz daha genişletilebilirmiş.
Çoğu kişisel gelişim kitabında olmayan, yanlış hatırlamıyorsam Mutluluk hikayesi isimli kitap da bu şekilde alıntılar yapıyordu, bilimsel kaynaklara dayandırma kullanılmış. Mesela nörolojik otoyollar, kullanmayı sevdiğimiz placebo etkisine dair araştırmalar, ve bazı olaylara verdiğimiz tepkilerde aslında o tepkiyi vermemizin ana sebebinin, geçmiş hayatımızda o tepkiyi verdiğimizde vücudumuzun salgıladığı peptitlerin sebep olması gibi.
Anlayacağınız üzere peptitlerle ilgili tepkiler genelde negatif tepkiler; sinirliyken yemek yemek ya da bir duruma agresif cevap vermek.
Genelde yorumlarımın sonunda yazdığım gibi, devamını kitabı okuyarak sizin bakış açınız ile degerlendirmenizi tavsiye ediyorum. 

17 Ekim 2012 Çarşamba

ERIC FROMM - SEVME SANATI


 1967'de ilk basımı yapılan Eric Fromm'un ‘Sevme Sanatı’ isimli kitabı, o gün okunduğunda ne ifade ediyordu bilmiyorum ama günümüz şartlarında okunması, farklı tiplerde de olsa sevgi ilişkisi içinde olduğumuz kişileri ve onlara karşı duyduğumuz sevgiyi daha iyi değerlendirmemize çok yardımcı olacak bilgiler içeriyor.

Daha önemlisi gündelik hayatta sıkça konuştuğumuz ama içeriğinden ne beklediğimizi cok sorgulamadığımız bir kelimenin ‘Sevginin’ üzerinde düşünmeye sevk ediyor bizi.

Benim için öne çıkan, düşündüğümde benim bakış açımla örtüşen E.Fromm tanımlamaları:
'Sevgi' nin, sevdiğimiz şeyin yaşaması, gelişmesi için duyduğumuz etkin ilgi olduğu ve kişinin uğrunda çalıştığı şeyleri sevdiği ve sevdiği şey için de emek harcadığı.

Bu sevginin 4 evresi olan 'İlgi’ nin açıklaması.

Sevginin ikinci evresi olan 'Sorumluluk' günümüzde külfet ve yük olarak algılanabiliyorken, E. Fromm sorumluluğun gönülden gelen, başka birinin gereksinmelerine verdiğimiz yanıt olduğunu belirtiyor.

'Saygı', tahmin ettiğiniz üzere bu döngünün üçüncü evresi ve günümüzde sıkça kullanıldığı gibi korkmak ya da çekinmek gibi bir hissiyat barındırmıyor. Latince kökü 'respicere' den yani bakmaktan geliyor. E. Fromm bunu bir insanı olduğu gibi görebilmek olarak tanımlıyor.

Ve 'Bilgi' nin sevgi için gerekli son evre olduğunu belirtiyor. Saygı duyabilmek için tanımak gerekir. Bilgi kazanma süreci, ilgi ile kazanılmamışsa boş ve ayrılık ile sonuçlanacak bir sürece girecektir ve kişi tekrardan bu evreleri yaşayacağı başka bir kişiye ilgi duyacaktır. Bu sürecin neden bu şekilde tekerrür ettiğini, insanın doğasındaki gize ulaşma isteği ile açıklıyor, ta ki çocukluğumuzdan bu yana. Çocuklar öğrenmek, gizi cözmek için iç güdüsel olarak buldukları seyleri kırar ve parçalar. Kelebeğin, sineğin kanatlarını koparıp, sistemi çözmeye çalışması da buna bir örnek.

Gize ulaşmanın bir diğeri gizine ulaştığımız kişiye istediğimizi yaptırabilecek gücü kazanmaktır.
Sadistlikte bu gizi çözerek karşımızdakini bizim nesnemiz haline getirmeye çalışırız.

E. Fromm bu konuya, Rumi'nin bu sözü ile örnek veriyor:
'Gerçekten de sevgili, sevgilisi tarafindan aranmadan ortaya çıkmaz.'

Kitap aynı zamanda, çevremizde görüpte anlamlandıramadığımız kişileri çözümlememize yardımcı olacak bir kaç bilimsel açıklamayı da bizimle paylaşıyor.
Örneğin verme yetisi olarak sevmenin kişiliğin gelişmesine bağlı olduğunu açıklıyor ya da bir adamın kişiliğindeki erkeklik özelliklerinin duygusal bakımdan gelişmediği takdirde, bu eksikliği cinsel yaşamında erkekliğini bol bol göstererek kendini tatmin etmeye çalışmasından bahsediyor.

Karşımızdakine duyduğumuz sevginin, olgunlaşmış mı olgunlaşmamış mı olduğunu anlamamazı sağlıyor. Nasıl mı? Karşımızdakini, ona gereksinmemiz olduğu için mi seviyoruz  yoksa onu sevdiğimiz için mi gereksinmemiz var. Bunu değerlendirdiğimiz vakit sevgimizin de olgunluk seviyesini ölçmüş oluyoruz. Olgunlaşmamış sevgide, kişiye gereksinmemiz olduğu için severiz.

Son olarak sevgiliden farklı hayatımızda önemli yer tutan sevgilere sözü getiriyor. Örneğin anne sevgisi, baba sevgisi. Anneyi içinden çıktığımız yuva, doğa, toprak olarak tanımlarken; babayı yasa, düzen, disiplin, serüvenler evrenini gösteren yol olarak tanımlıyor.
Çocuğun ruhsal yeterliliğe sahip olması için anneninde babanında sevgisinin tam olması gerektiğini vurguluyor. Annenin karşılıksız sevgisini, babanın yargılama gücünü çocuk hissetmeli, içinde birleştirmeli ve kendi dengelerini kurarak yetişmeli.

Bunun yanında, kardeş sevgisini eşit insanlar arasındaki sevgi. Anne sevgisini, çaresiz, benden olan insana karşı duyulan sevgi olarak betimliyor. Bu iki sevgi tipine karşıt olan sevginin ise cinsel sevgi olduğunu söylüyor. Bu başka bir insan ile bütün olma sevgisi ve sevgilerin en aldatıcı olanı. Eğer fiziksel birleşme isteği sevgiden doğmamışsa, hiç bir zaman vahşi bir birleşme olmaktan öteye geçemiyor.

Aşık olmanın iki insan arasındaki engellerin birdenbire yıkılması ile olduğunu ama bu ani hissiyatin da kısa süreli olduğunu bize hatırlatıyor. Yabancı tanındığında, artık yıkılacak engel kalmıyor ve kendini tanıdığını düşündüğü gibi karşı tarafı da tanıdığını düşünüyor ve tüketiyor. Tabi bu his yeni feth etme isteği ile yani yeni bir aşk isteği ile son buluyor.
Günümuüz dünyasında sıkça karşılaştığımız bu sorunun aslında asıl sebeplerinden biri hızlı tüketim toplumu olmamız belkide.

Son olarak kendini sevmekten bahsediyor. Batı dünyasında bu bencillik olarak adlandırılsada, kendini sevenin başkalarını sevemeyeceğine inanılsada; aslında doğu felsefesinden faydalanarak bencil insanın kendini fazla seven değil, neden kendini sevmeyen insan olduğunu açıklıyor.

Benim, ince denebilecek  bu kitabı okuduğumda çıkardığım dip notlar bunlar. Eminim siz farklı hayat tecrübeleriniz ile bu kesin okunulması gereken kitabı okuduğunuzda, bu bilgilerin yanı sıra benim fark etmediğim farklı çıkarımlara da sahip olacaksınız.