21 Mayıs 2013 Salı

DAN BROWN - CEHENNEM


Dan Brown kitapları bence Roman’dan çok öte. Dijital Kale dışında tüm kitaplarını okudum. Genelde roman okumayı pek tercih etmememe rağmen tam bir Dan Brown fanatiğiyim çünkü, inanılmaz güzel bilgiler paylaşıyor, akış çok sürükleyici ve okurken başka konuları araştırma isteği uyandırıyor. Sanırım Kayıp Sembol ile ilgili çalıntı olduğuna, başkalarına yazdırdığına dair spekülasyonlar çıkmıştı; gerçekse bile başarabilen bu şekilde organize olup, kendisi de bu kadar ses getiren kitaplar yazsın bence!

Kitabın konusu ile ilgili sanırım basından birçok yazı okumuşsunuzdur, ben biraz daha farklı noktalarından bahsetmek istiyorum ama içerikten haberi olmayanlar için kısaca özetlemek de istiyorum.
Harvard’lı simge bilimi profesörü Robert Langdon yine kendini gizemli bir olayın içinde, gizli güçlerin karşısında simgeleri çözmesi gereken bir durumda buluyor. Bu sefer karşısındaki kişi tüm kurguyu Dante’nin Cehennem’inden esinlenerek yapmış. Bence anafikir Cehennem’de şu dizilerden gelmekte:

Cehennemin en karanlık yerleri
Buhran zamanlarında
Tarafsız kalanlara ayrılmıştır.

Kitabta tam çözüldü dediğiniz noktada şaşırtmacalı gerilim filmlerinde olduğu gibi akışta beklemediğiniz gelişmeler oluyor. Kitap boyunca tamam bu kişiye güvenilir dediğinizde, hop bir anda rüzgar yön değiştiriyor.
Yorumları yaparken çok üstü kapalı yapmak istiyorum ki henüz okumamış olanlar için işin gizemi ve büyüsü bozulmasın.
Türkiye’de pazarlamasını yaparken 160 sayfasının İstanbul’da geçtiği yazıyor. Tabi bu ip ucu verilince, kitabın dörtte biri bittiğinde olayın gizeminin İstanbul’da hangi mekanda çözüleceğini çözmüş oluyorsunuz, hatta mekanın içinde hangi simgenin yakınında olacağı bile tahmin edilir oluyor. J Belki benim çok sevdiğim bir mekan olduğu için ilk aklıma gelen yer, doğru yer oldu.
Başlangıçta yanıldığım nokta ise girişte Hıristiyanlığın 7 ölümcül günahından bahsedilince hepsi ile ilgili seneryolor olacak diye düşünmüştüm, belki ‘Seven’ filminden fazla etkilendiğim için ama tahmin ettiğim gibi de olmadı.

Sanat tarihinden inanılmaz keyif aldığımdan olacak Dan Brown kitapları beni çok etkiliyor, o kadar akıcı bir anlatım içinde seçtiği eserler hakkında bilgi de edinmiş oluyorsunuz. Bu kitapta da hikaye Botticelli’nin La Mappa dell’inferno adlı eseri ile başlıyor denebilir.
                                                                                                     Botticelli La Mappa dell'Inferno

Bu arada konu ile alakasız olacak ama Sanat tarihinden zevk alanların iphone telefonu varsa Art Race oyununu şiddetle indirmelerini tavsiye ederim. Size bir resim ya da heykel çıkartıyor ve altında 2 seçenek oluyor doğrusunu bile bile üst seviyeye çıkıyorsunuz. Sosyal medya ve telefondaki oyunlara tahammül edemeyen biri olarak elimden bırakamadım.
Neyse konuyu çok dağıtmadan Cehennem’e geri dönüyorum. Langdon simgeleri takip ede ede sonuca ulaşıyor, tabi başına bir sürü şey geliyor. Belki bazı insanlar kitabı okuyunca e tamam güzel yazmışta bu kadar abartacak ne var diyebilir ama derinlemesine düşününce bu kadar kurgu, bu kadar bağlantı bence çok saygı duyulacak bir yetenek. Bu arada diğer kitaplarını okuyanlar bilirler, garip bir espri anlayışı var Dan Brown’ın; alakasız yerlerde, tek bir cümle ile espiri yapıyor ve bana her seferinde işte Dan Brown tarzı dedirtiyor.

Kitapla ilgili benim bahsetmek istediğim noktalara gelelim: Kuş gibi uzun maskeyi eski tarih kitaplarında, sanat tarihi kitaplarında muhakkak görmüşsünüzdür. Hiçbir şey bilmeseniz bile iç karartırıcı bir maske olduğu söylenebilir. Bu maskeye Ölüm maskesi de denirmiş çünkü Kara veba zamanında doktorlar hastaları muayene ederken, kendilerini korumak için bu maskeyi takarlarmış.
Başka günümüze simgesel olarak gelmiş birşey, defne yapraklı taç. Bunu da birçok eski eserde görmek mümkün, ustalığın sembolüymüş, bu nedenle günümüzde hala Nobel kazananları onurlandırmak için kullanılırmış.
Logan’ın Kaçısı isimli filmi izlemem gerektiği konusunda not almışım, izleyenler var ise fikirlerini paylaşırlarsa sevinirim ya da belki sizde izleyecekler listenize alırsınız.
Kitabın en ünlü karakteri bence Dante Alighieri. Cehennem’den esinlenerek yazılan eserlerden bahsediliyor. Gerçekten bu kadar esere ilham kaynağı olmak bir yazar, felsefeci, düşünür için inanılmaz birşey olmalı. Neler derseniz kitapta zaten bahsediyor ama Düşünen Adam adlı heykeli ile meşhur Rodin’in Cehennem Kapıları, Stradano’nun Phlegtos’ı vs.




                                                Rodin'in Cehennem Kapıları                                       Stradano

Çoğu kisi İlahi Komedya’nın içeriğinin ne kadar derin, dilinin ne kadar derin ve komedi ile uzaktan yakından alakası olmadığını bilir. Bu kült eserin neden isminde komedya var derseniz o dönem İtalyasında iki tip mevcutmuş. Asiller için Trajedi, tabi dili daha edebi ve halk için Komedya.
İlahi Komedya’da halka ulaşmak için halk dilinde yazılmış bir kitap olduğundan bu ismi almış.

Sistine Şapel’den bahsetmeyen bir Dan Brown kitabı düşünemiyorum :) Üniversitede History of Modernity dersi veren çok kıymetli hocam Süleyman Gedik’te her seferinde ne kadar muhteşem bir yapı olduğundan bahsederdi ve Türkiye’de Dan Brown ayarı bir kitap yazılırsa kendisinin engin bilgileri ve araştırmacı yönünden ötürü, bunu kendisinden beklerim. Sistine Şapel'den o kadar bahsetmiştiki bir İtalya seyahatimde, inanılmaz kuyruk olduğunu bildiğimden sabah 6’da kalkıp bilet kuyruğuna girmiş ama içeri girme konusunda başarılı olamamıştım. Tabi ikincisinde aynı hatayı yapmayıp gitmeden biletimi alarak o muhteşem yapıyı ziyaret etme fırsatı buldum.

Değişik bir bilgi daha Venüs’ün doğuşu isimli Botticelli resmi, Floransa’nın zamanında en kuvvetli ve nüfuslu ailelerinden biri olan Medici ailesinden Lorenzo Medici’nin, kuzenine düğün hediyesi olarak birazda cinsel yönden tahrik edici olması amacıyla sipariş edilmiş. Bir düğün hediyesi düşününki yaklaşık 600 yıl sonra hakkında bu kadar konuşturmuş olsun.

Gelelim yeni duyduğum kelime ve kavramlara:
Öjenik, ilk kullanımı Eflatun'a kadar gitse de, modern anlamıyla ilk olarak Sir Francis Galton tarafından ortaya atılmış, sağlıksız ceninleri ayırıp, sağlıklı ceninler yetiştirmenin yollarını arayan, bilimselliği tartışmalı bir toplumsal akım veya toplumsal felsefeymiş. Genetik seviyede etkin temizlik içinde geçerliymiş; Nazilerin yaptığı gibi.

Bir diğeri: Apokaliptik: Anlaşılmaz, kapalı, karanlık söz veya yazı anlamına geliyor.

Kitapta tek garip gelen yerden bahsetmek istiyorum İstanbul’daki bir mekana smokinle konser dinlemeye giden adam. Türkiye’de çok karşılaşılan bir durum değil sanırım burda Brown yurt dışındaki opera ve konsere gitme kıyafet kodundan etkilenmiş.

Ve yorumumu kitabın kapanışında geçen, Dante’ye atfedilen güzel bir cümle ile yapmak istiyorum:

Bu geceyi unutma… çünkü sonsuzluğun başlangıcıdır.

Sizin için de unutulmayacak güzel başlangıçların sonsuzluğu olması dileğiyle…


17 Mayıs 2013 Cuma

PATRICK RENVOISE & CHRISTOPHE MORIN - NÖROMarketing

Nöromarketing bence son dönemin çığır açan konularından biri. Pazarlama, satış, insanları anlama gibi konulara ilginiz varsa kensinlikle bu kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ederim. 

Kitap çok net bilgiler veriyor, araştırmalar ile destekliyor. Benim çok faydalandığım bilgiler var eminim sizde pazarlama, reklam, psikoloji gibi konular ile uğraşıyorsanız çok faydalanacaksınız.

Nöromarketing ile klasik araştırma metodlarının dışında, insanların beyin dalgalarını ölçümleyerek bazı konulara, durumlara, reklamlara nasıl tepkiler verdiklerini tespit ediyorlar ve tabi insanoğlu henüz bu yöntemi yönlendirmeyi ve yönetmeyi beceremediğinden çıkan sonuçlar, klasik araştırma metotlarından daha gerçekçi ve bir o kadar da şaşırtıcı.

Beynimizin 3 bölümünden bahsediyor kitap:

İlkel(Eski) Beyin: Diğer 2 beyni değerlendiren ve karar veren beyin.

Orta Beyin: Duygusal ve 6. hissi temsil eden beyin.

Yeni Beyin: Rasyonel verileri işleyen beyin.

İlkel Beynin özellikleri:

1. Benmerkezcilik bir özelliği, yani ona fayda vermelisiniz.

2. Zıtlıklardan etkileniyor ve bu karar vermesine yardım ediyor.

3. Somut veri konusunda, yazı dili ilkel beyinden sonra olduğundan, ilkel beyin yazılı mesajları iyi işleyemiyor, basit mesajları yorumlayabiliyor.

4. Başlangıç ve son: Mesajın başı ve sonunu sadece işler, orta kısımları silmeye yatkındır. Başta ve sonunda ana mesajı tekrarlamak faydalıdır. Ders çalışırken ya da bir şey öğrenmeye çalışırken, 20 dakikalık periyodlarda çalışmak başlangıç ve son fazını arttırdığından verimi arttırıyor.

5. Görsel uyarıcılardan etkileniyor.

6. Güçlü duygular ile tecrübe ettiğimiz şeyi hatırlamamızı sağlıyor.

İnsanları etkilerken aşağıdaki dört adımı kullanın diyor yazarlar:

1. Sıkıntıyı teşhis edin

2. İddialarınızı farklılaştırın

3. Kazancı gösterin

4. Eski beyne iletin

Sıkıntıyı teşhis etme konusunda eski ABD dış işleri bakanlarından birinin de güzel bir söylemi var:

‘İnsanları en iyi kulaklarınızla ikna edebilirsiniz, dinleyerek.’

Sıkıntıyı teşhis etmede yol gösteriyor ve bu 4 soruyu cevaplayın diyor:

1. En çok göze çarpan sıkıntı nedir?

2. Sıkıntının şiddeti nedir?

3. Sıkıntının çözülmesinin aciliyeti: Sıkıntı finansal mı, stratejik mi, kişisel mi?

4. Müşteri kendi sorununun farkında mı?

İddialarınızı farklılaştırıken; ürünün özelliğinden değil faydasından bahsedin diyor. Böylece ürünün resmi gibi detayları bile koymanıza gerek kalmıyormuş. Ve Sosyal Pekiştirme Kuralını kullanabilirsiniz, yani bir fikir başkaları tarafından kabul görüyorsa, daha çabuk benimsenir kuralı.

Kazancı aşağıdaki 4 yolla gösterin:

1. Müşteri hikayesi kullanın

2. Demo yapın

3. Verilerden bahsedin

4. Vizyonu ortaya koyun


Ve Eski beyne iletmekten kasıt: Eski beyne ulaşmak için mesajda olması gereken 6 şey.

(Altı mesaj yapı taşı)

1. Dikkat çekiciler: Bu sayede yeni fikirlere karşı insan direnç eğrisi daha çabuk ve pozitif oluyor.

Dikkat çekiciler nedir?

· Mini tiyatrolar: Kurgu ve oyun.

· Kelime oyunları

· Retorik sorular: Beyinlerin sizin istediğiniz cevapları üretmesine yol açmak.

· Aksesuarlar: Kelimeler unutulur aksesuarlar unutulmaz.

· Hikayeler

Büyük resim kullanmak etkili. Bunla ilgili yeni birkaç makale de okudum. Özellikle internet siteleri ve reklamlarda, büyük resim, büyük düğmeler kullanıldığında satış daha yüksek oluyormuş. Bunun nöromarketing deki açıklaması: Eski beynin büyük resmi çok hızlı okuması.

Yeni beyin bir resmi görüp, analiz edene kadar eski beyin bir öncekini kayıt etmiş oluyor.

Büyük resim zıtlık içerebilir. Önce-sonra reklamları o nedenle çok kullanılan yöntemlerden biri.

· İddiada bulunurken en fazla 3 iddia kullanın. Basit olsun ve sık sık tekrarlansın diyor. Bunla ilgili bir pazarlama konferansında bir konuşmacı güzel bir örnek vermişti: Bir kaleciye bir top atarsanız yakalam şansı vardır ama iki top atarsanız yakalama şansı azalır, ne kadar çok top atarsanız yakalama şansı daha da düşer. Yani çok fazla mesaj ileteceğim kaygısıyla hiç mesaj da iletemeyebilirsiniz. Az çoktur.

· Kazanç kanıtları ortaya koyun.

· İtirazlarla başa çıkmanın metodlarını belirleyin.

· Sonuçlandırma ile kapatın.

7 ETKİ ARTTIRICI:

1. “SİZ”uslubu: “Siz” kelimesini kullanarak karşındakini olayın içine katmak çok önemli.

2. Güvenilirliğiniz tabiki şüphe götürmez bir öneme sahip. O nedenle sadece etkilemek adına yanlış ama süslü bilgiler vermeyin.

3. Duyguları kullanın.

Duygusal işaretleme: Hisleriniz ne kadar güçlü ise, anılarınız o derece canlı ve uzun sürelidir.

Mesajı sadece rasyonel yolla iletmek yeterli değil duygu oluşturmak gerek.

Kişilerin değişen öğrenme stilleri var:

1. Görsel

2. İşitsel

3. Kinestetik (dokunarak)

Mesajınızı verirken 3 yolla öğrenen 3 farklı tip kişiye ulaşmayı hedeflemelisiniz. Melekle Yaşamak kitabı ile ilgili özetimde bu kişileri nasıl tespit edebileceğinize dair ip uçlarını Beki İkala Erikli sayesinde paylaşmıştım.

Bitiriş sorusu 3 yöntem içinde nötr olan bir soru olmalı.

4. Hikayeler: Eski beyin iyi anlatılmış bir hikaye ile gerçeklik arasındaki farkı bilemez. Sinema filmleri. Hikayenin gerçekten olduğunu hissettirecek duygusal detaylar içermeli. Karşıdakinin dünyası ile bağdaşmalı.net bir anafikri olmalı.

Yazar insanları etkileyen, sihirli kelimeri de sıralamış. Özellikle sunumlarınızda bu kelimeleri kullanmaya özen gösterin.


1. Siz

2. Para

3. Tasarruf

4. Yeni

5. Sonuçlar

6. Kolay

7. Sağlık

8. Güvenlik

9. Aşk

10. Keşif

11. Kanıtlanmış

12. Garanti

Sizi istediğiniz noktaya taşıyacak, istediğiniz kişilere istediğinizi yaptırmanızı sağlayacak sihirli cümlelerde var kitapta.

Ve beden dilinin önemini zaten herkes biliyor. Bu noktada karşımızdaki kişiyi etkilemede, 7% Sözcükler, %38 Ses, %55 Vücut dili önemli. Sesle ilgili dikkat etmeniz gereken parametreler ise;

1. Perdesi

2. Tonu

3. Temposu

4. Ritmi

5. Vurgusu

6. Duraksamaları

Son olarak kitapta itirazlarla başa çıkma, sonuçlandırma konuları da detaylı olarak anlatılmış. Benim fikrim, özette bile anlaşılacağı üzere birçok faydalı bilgi içeren bu kitabı SİZİN (biraz önce ‘siz’ kelimesi ile kişileri dahil edin dediği için gönderme yapmak istedim :)) okumanız ki, kendi bakış açınız ile yorumlayarak aklınızda daha çok kalmasını sağlayın.

14 Mayıs 2013 Salı

MONTAIGNE - DENEMELER


1572 yılında başlanmış bir eserin içeriğinin, 2013’de bile tabu olan konulardan bu kadar özgürce bahsedebilmesi ve görüş olarak bu kadar ileri olması gerçekten insanı etkiliyor. Yıllar önce okumuştum ve okunacak listem kabarık olmasına rağmen kitaplıkta  tekrar dikkatimi çekince okumadan duramadım; iyi ki de okumuşum.

Anlatım bazı yerlerde oldukça yalın, hele ki dönemi düşünülürse oldukça yalın denebilir.
Bazı denemelerde anafikir çok direk aktarılmış, bazı denemelerde ise fikirler zeki ve ince bir anlatımla ortaya konmuş; bir kaç dakika üzerinde düşünmeniz gerekiyor.
Direk de olsa, biraz dolaylı da olsa ortaya çıkan anafikirler cesurca ve çoğu da bence doğru. Tahminimce Montaigne dönemin marjinal denebilecek yazarlarındanmış.

Kitapta 125 deneme bulunmakta. Belki daha aydınlatıcı olur diye bazı denemelerin konu başlıklarını paylaşmak istiyorum: 
Hayat ve Felsefe, Ruh ve Beden, Bilgi ve Düşünce, Aşk Üstüne, Dostluk Bağları, Yalnızlık, İnsan Tabiatı, Ün, Tanrılar Üstüne, Mutluluk Üstüne, Cinsel Yanımız, İnsan Ömrü, Korku Üstüne, Alışkanlık, Ölmek Özgürlüğü, İnsanın Karasızlığı, Düşünce Gelenekleri, Öfke Üstüne, Doğruluk Kaygısı, Romalı ve Osmanlı Büyüklüğü, Ölümün Tadına Varmak, Çirkinlik Üstüne, Türk Ordularındaki Disiplin ve bunun gibi daha birçok yazı.

Birazda feyz alabileceğim bakış açılarından ve güzel söylemlerinden bahsetmek istiyorum.

‘Bir insanda değerli ve gerçek olan hiçbir şey gözle görülmez.’ diyor ki, gerçekten düşündüğünüzde ne kadar anlamlı olduğunu anlıyorsunuz.

‘Derlerimizi avutan akıl ve hikmettir, o engin denizlerin ötesindeki yerler değil.’ Bu çoğu insanın daraldığında gitme ihtiyacının aslında bir çözüm olmadığını çok güzel özetliyor. Ve bu düşünceyi Sokrates’in bir sözü ile de destekliyor. Sokrates’e birisi için, seyahat onu hiç değiştimedi demişler. O da: ‘Gayet tabii, çünkü kendisini de beraberinde götürmüş.’ demiş.
Bu tarz durumlarda kalabalıktan kaçmanın yetmeyeceğini, insanın kendi içindeki kalabalık hallerinden kurtulması, kendini kendinden koparması gerektiğini söylemiş.

Beni en çok etkileyen konular kaçış, dertlerinden kurtulma, sıkıntılarını bertaraf etme ve ölüm üzerine olanlar. Bunla ilgili bir sözünü daha not aldım: ‘Kırdım diyorsun zincilerini. Evet köpekte çeker koparır zincirlerini, kaçar o da, ama halkaları boynunda taşıyarak.’

'Kavuşabildiğimiz zevk ve nimetlerin hepsi mutlaka dertlerle, üzüntülerle karışıktır.' Bu sanırım günümüzde çokca kendimize hatırlatmamız gereken, bizi motive edecek bir söylem.

Haz ile ilgili de güzel bir benzetmesi var. 'Son haddine varan bir hazda inlemeye, sızlanmaya benzer bir hal vardır. Daha da garibi: Gülme son haddine varınca göz yaşlarıyla karışır.' diyor.

Ve ölümle ilgili acı ama bir o kadar da doğru tespitleri var: 'Dünyaya geldiğimiz gün bir yandan yaşamaya, bir yandan ölmeye başlarız.' diyor.
Birçok insanın ölmekle dertlerinden kurtulduğunu görmüşsünüzdür, ama kimsenin ölmekle daha fena olduğunu gördünüz mü?
Gerçekten ince bir zekanın ürünü tespitler bence.

‘Panik’ kelimesinin Pan tanrısının saldığı korkudan geldiği bilgisini vermiş. İnsan bazı kelimelerin köklerini öğrendiğinde, gün içinde hiç farkında olmadan kullandığımız birçok kelimenin aslında içeriğinden ne derin anlamlar taşıdığının farkına varıyo. Ve bunu öğrenmek bende garip bir haz ve mutluluk duygusu yaratıyor.

‘Başkalarını kendi dertleri karşısında soğukkanlı gördükmü överiz, ama soğukkanlılığı bizim dertlerimize karşı gösterdiler mi darılır, kızarız.’
Bu da ince bir tespit ama bazı araştırma sonuçları ile de bunu açıklamak istiyorum. Özellikle kadınlar karşısındaki kişiler sıkıntılarını, dertlerini anlattıklarında ilk olarak kendilerinde bu sıkıntılar olmadığı için kendilerini şanslı hissetme, şükretme duygusu içine giriyormuş. Çok acı ama tahminimce de gerçek.

Beni gurulandıran 'Türk ordularındaki disiplin' konulu bir denemesi de var. Barış zamanı fakir rahatsız etmek, malını çalmak birkaç kötek ile cezalandırılırken; aynı suçları işlediklerinde askerler savaşta en ağır cezaları alıyorlarmış. Bu nedenle Selim Mısır’ı aldığında Şam şehrinin bolluk ve güzellikle sarılı bahçelerine askerlerinden hiçbirinin eli değmemiş.

Son olarak belki de en çok kullanılan özlü sözlerinden biri ile özetimi bitirmek istiyorum, çok sevdiğim ve manidar bulduğum bir sözdür.
‘Hedefi olmaya gemiye hiçbir rüzgar yardım edemez.’

Hedeflerinizi belirlemeniz ve başarmanız dileğiyle. Umarım Denemeler kitabını okumaya teşvik edecek bir özet olmuştur.

8 Mayıs 2013 Çarşamba

JOHN STEINBECK - FARELER VE İNSANLAR


Uzun zamandır roman ve klasiklerden okumuyordum, araya Fareler ve İnsanlar’ı sıkıştırmak gerçekten iyi geldi diyebilirim. Kurgu çok etkileyici; gerçekten ince sayılabilecek bir kitaptan anlatım ve çıkan fikirler anlamında bu kadar etkilenmek çok şaşırtıcıyken, yazarın Pulitzer ve Nobel Edebiyat ödüllerini alması hiç de şaşırtıcı gelmedi.

Tarım işçisi olarak çalışan biri yarım akıllı, iki yakın dostun nasıl birbirlerine destek olarak hayallerinin peşinden gittiklerini anlatıyor. Bence kitabın sonunda çıkan fikir kişinin bakış açısına göre değişebilir. İnsanın en nihayetinde önce kendini düşündüğü sonucu çıkabilir ya da bazen birine kötülük yapılıyor gibi gözüksede aslında uzun vadede onun ve çevresindekiler için iyi birşey yapılıyor olabileceği sonucu çıkabilir.
Kitabın konularından biri ‘yalnızlık’. Yalnızlığın hayatta nasıl farklı karakterler yarattığını, insanların aslında nasıl birşeylere ait olmaya çalıştığı ve insanların hayallerinden bahsediyor. Konulardan biri ‘yalnızlık’ olmasından dolayı yazar bir kelime oyunu ile hikayeyi İspanyolca yalnızlık anlamına gelen Soledad’da geçiriyor.
Anlatım ile ilgili de kısa bir bilgi vermek istiyorum. Çok fazla diyalog ve isim var. Diyalog kitabı okumayı kolaştırıyor ancak bu kadar fazla karakter olması ve isimlerin benzer isimler olması iyi odaklanma gerektiriyor.
Kitap Amerika’da ortaokullarda okuma listesinde olan bir kitap ama malesef bizim ülkemizde bazı bölümleri sansüre maruz kalmış. Evet 2 sahnede gerçekleşen olay biraz acıklı ama tahminimce sadece bu 2 olay için değil karakterlerden birinin eşinin biraz gözü dışarda bir profil sergilemesinden dolayı da böyle bir değerlendirmeye maruz kalmış.
Eminim kitap okumayı seven çoğu kişi Fareler ve İnsanlar’ı okumuştur ama okumamış olanlar için benim gibi araya sıkıştırmalarını tavsiye ederim.
Bu vesile ile bilgi de vermek isterim, Sakarya’da 1,2,3 ve 4. sınıfların tek derslikte okutulduğu bir okula kütüphane yapmak için kitap topluyoruz, kitap yardımında bulunmak isterseniz benimle iletişime geçebilirsiniz. Yardımlarınız bizi çok mutlu eder.

23 Nisan 2013 Salı

STEFANO D'ANNO - TANRILAR OKULU


Sonunda bitti, aslında başladığında hiç böyle değildi, resmen her fırsatta okumak istiyor kalın olmasına rağmen heryere taşıyor, bitecek diye korkuyordum ama ya sonra…

‘Tanrılar Okulu’ ilgili hikayenin başlangıcı da biraz değişik aslında. Yaklaşık 2 yıl evvel ‘Tanrılar Okulu’ kitabını aldım ama daha 20-30 sayfa okuduktan sonra bu ne saçma bir kitap dedim ve rafa kaldırdım. Sonra bir arkadaşımla konuşurken bu kitabı almak istediğini söyledi, bende kitaplığımdaki kitapları numaralandıran, arşivimde olsun diye başkalarından ödünç bile kitap almayıp, kesin satın alan ve hatta geri alamayacağım insanlara asla kitap vermeyen biri olarak benimkini al, ben kesin okumam bu kitabı dedim. Tabi hiçbir zaman büyük konuşmamak gerekliymiş bunu da tekrar görmüş oldum :) Sonra başka bir arkadaşım ‘Akra’daki El Yazması’ kitabından bahsederken asıl başucu kitabım ‘Tanrılar Okulu’ dedi. O zaman dedimki, acaba bende mi bir gariplik var da ben bu kitaptan nefret ettim; ve hemen ortağımla kitapçının yolunu tuttuk. O ikimize de hediye olarak birer adet ‘Tanrılar Okulu’ aldı.

Bu arada özellikle bu kitabı alırken de başımıza geldiği için söylemek istiyorum. Kitaplarınızı internetten aldığınızda inanılmaz fiyat fark ediyor, evet bazen biraz uzun sürüyor ya da dolaşmaya çıktığınızda kitapları karıştırıp, eve elinizde kitap ve dergilerle gelmek sizi mutlu hissettiriyor olabilir, aynı bende olduğu gibi ama fiyat olarak gerçekten çok fark ediyor. Aynı paraya birçok kitap aldığınızda da emin olun çok mutlu oluyorsunuz. Yine mağazalardan bakın, inceleyin ama tavsiyem eve gelip internetten sipariş edin.

Neyse konuyu dağıtmayayım. Tabi hemen eve geldim ve kitabı okumaya başladım ve önceki okumamda hiç dikkatimi çekmeyen tanıtım yazısında birşey dikkatimi çekti.
‘Hayat tıpkı bana yaptığı gibi sizi de, bir mengenede soluğunuz kesilinceye kadar sıktığında, sizi içinden çıkamayacağınız hayalkırıklıklarına uğrattığında ve hiçbir çıkış yolu bulamadığınızda…İşte ancak o zaman bu Kitap, bir anda elinize geçecek ve size bulacaktır.’ dedim tamam bu aralar bir yol göstericiye de ihtiyacım var ve başladım okumaya.

‘Düş varolan en gerçek şeydir’ gibi basit bir cümle ile başladık. Altını dolduran açıklamalar, dili ve kurgusu sayesinde her sayfada beni daha da meraka düşürüyor ve bir sonuç bulacakmışım gibi sonuna ulaşmak için durmadan okumama neden oluyordu. Bunun yanısıra benim de hep şikayet ettiğim noktaları destekleyen söylemler kitabı daha çok sevmeme neden oldu. Mesela: ‘Yoksulluk kişinin kendi sınırlarını görememesidir. Hoşlanmadığı ve yapmayı seçmediği bir iş karşılığında kendi yaratıcılık hakkından vazgeçmesidir.’ Evet bu tam da benim defalarca çoğu kişinin çalışmak isteyeceği şirketlerden ayrılışımı açıklıyordu. İçimdeki girişimci ruhu tam da devreye sokmuş emekleme aşamasındaki internet sitemiz BirHediyenVar.com ile ilgilenirken, bu tam da beni motive edecek ve duymak istediğim söylemlerden biriydi.
Sonra ‘Hep aynı olaylarla karşılaşıyorsun çünkü sende hiçbir şey değişmiyor.’ bu söylemi de duyunca evet ben bu sefer bir girişimde bulundum sonucu farklı olucak gazını da aldım.

İnsanın dışarıdan alması gereken hiçbir şey yoktur; ne yiyecek, ne bilgi, ne de mutluluk. Kendisi dışında herhangi bir şeye bağımlı olmamak, onun doğuştan gelen hakkıdır. İnsan, kendi aklı, kendi iradesi ve kendi ışığı ile kendisini içinden besleyip geliştirebilir’ diyor.

Peki söylemler güzel de bu kitap ne anlatıyor derseniz. Hayatta aslında başarılı bir şirkette yönetici olan, başarılı bir adamın nasıl da kendi potansiyelini kullanamadan hayatında hatalar yaptığını ve bu süre zarfında Dreamer’ın ona verdiği, gösterdiği hayat derslerinden yola çıkarak demin verdiğim örneklerden de anlayacağınız üzere herkesin ihtiyacına yönelik olarak farklı birşey anlatıyor.

İnsanın ne yapabiliyorsa ne yapamıyorsa aslında tamamının kendinden kaynaklandığını, hataların ve başarıların sebeplerini dışarda aramamak gerektiğini felsefi bir dille roman kurgusunda aktarmış.

Stoacı söylemler var: ‘There is no better designer than nature.’, ‘Gördüğümüz ve dokunduğumuz herşey bir görünmeyenden gelir.’ gibi.

Benim beğendiğim bir hikaye de var kitapta geçen: Narcissos’un masalı, dünyanın bir kurbanı olan insan metaforu.
Kendine değil, salt bir yansıması olduğunu anlamadığı sudaki görüntüsüne aşık olup, kendisi dışında bir varlık gördüğüne inanmış ve ona ulaşmak için suya düşüp ölmüş.
Kendimiz dışındaki birşeye aşık olup kendi varlığımıza olan inancı unutmak, bu hikayenin anafikri gibi bizi yaşarken ölüme götürebilir.

Başlamışken kitaptan çıkardığım fikir ve not aldığım güzel söylemler ile devam etmek istiyorum. Yaşamda yenilgi diye birşey yoktur, sadece sonuçların getirdiği etkiler vardır.
Hatırlarsanız ya da okuduysanız bu fikrin aynısından ‘Akra’da bulunan el yazması’ kitabının yorumunda da bahsetmiştim. ‘Doğanın döngüsünde, zafer veya yenilgi diye bir şey yoktur, yalnızca devinim vardır.’ şeklindeydi.

Birde size bir kelimeden bahsetmek istiyorum kitapta sıkça geçiyor, oyunculuk, sinema ile yakından ilgilenenler muhtemelen biliyordur ama ben bu konularda biraz zayıfım :( Antagonist: Kurguda ana karakteri (protagonist) engellemekle yükümlü kişi; asıl karakterin zıttı. Normal hayatta düşünerek bulamayacağımız doğruları, elde edemediğimiz tecrübeleri bize gösteren karşıt kişi.

Kelime konusuna girmişken bir kelime ile ilgili daha bilgi vermek istiyorum. Amor, ölümün olmaması, ölümsüzlük demek ve Roma’nın yazımının burdan geldiğinden bahsetmiş yazar. Yani anlayacağınız Roma’yı ölümsüz şehir olarak tanımlıyor.

Sonra kitapla ilgili başka enteresan bir anımı daha paylaşmak istiyorum. Kitabı okumaya devam ederken, ertesi gün katıldığımız bir girişim projeleri yarışmasında ilk 15 seçilecekti.
Bir anda kitapta bu kelimelerin yazıldığı cümleler parladı. ‘Bir ‘girişimci’ zaten ‘düş’ e doğru yol alan kişidir. Bahiste itibarını ortaya koymaktan çekinmeyen ve kalıplarla önceden kurulmuş dengeleri kırıp, çok daha elverişli olanları yaratarak gerçekliği değiştirmek gücüne sahip bir isyancıdır.’ e bunda ne var diyebilirsiniz; o an için sadece kararlarımın doğruluğuna inanmama sebep oluyordu. Ertesi gün açıklanacak salona gittik sunum başlamak üzere; katılan herkes girişimde bulunanlar, girişimde bulunmayı planlayanlar ve onlara yatırım yapacaklar. Ve ilk slide geldi Stefano D’Anna’dan girişimcilik ile ilgili bir söz 50-60 punto ile ekranda tam karşımda! Dedim tamam bu bir işaret ilk 15 firma içindeyiz :) Evet gerçekten ilk 15 firma içinde olsaydık anlattığım hikaye daha etkileyeci olabilirdi ama malesef sadece 1500 girişimden ilk 40’a girmiştik.

Sonra ‘Dünya sen böyle olduğun için böyledir.’ ve ‘İnsan, anladığı kadardır.’ demiş yazar. Gerçekten temeline çok anlam yüklenebilecek, 2 saf, süssüz, duyduğunuzda sıradan düşündüğünüzde derin diyebileceğiniz cümleler.

En beğendiğim ve düşündükçe evet doğru ya dediğim iki alıntı ile de bu kitap yorumunu bitiriyorum. ‘Kusursuzluk asla kendini tekrarlamaz çünkü sürekli olarak kendini aşar.’ ve ‘Oluşun aritmetiğinde 2 yarım bir bütün etmez, bu yokluğun karesidir.’

Bu kitabı okumaya başladığınızda birşey sizi iterse hemen bırakın, şuan kesinlikle ihtiyacınız yok demektir. Ve emin olun o şartlar altında bu kitabı okumak özellikle bir noktadan sonra eziyet olabilir, çünkü sonlara doğru biraz fazla tekrar işin içine girmeye başlıyor, bu noktalarda bile bırakan kişiler gördüm, ve sonlara doğru ee hadi artık ne olacaksa olsun çözülsün artık demeye başlıyorsunuz.
Ama gerçekten ihtiyacınız olan bir dönemdeyseniz, 1/4’ünü bile okuduğunuzda aydınlanma yaşamaya başlayabilirsiniz.

17 Nisan 2013 Çarşamba

PAULO COELHO - AKRA'DA BULUNAN ELYAZMASI


‘Akra’da bulunan elyazması’ okuduğum diyemem ama belki de yazdığım  kitap yorumları arasında üzülerek söylüyorum ki benim için en okuması gereksiz olan kitaplardan. Benim için diyorum çünkü burda altını çizmek istediğim önemli bir konu var. Bir kitabı okuduğunuz dönemdeki ruh haliniz, hayattan beklentileriniz, olgunluğunuz o kitaptan aldıklarınızı ve o kitap hakkındaki düşüncelerinizi çok etkiliyor. Bu nedenle sevmeyip elinizden bıraktığınız bir kitabı yıllar sonra tekrar elinize alıp okuduğunuzda çok beğenebiliyorsunuz ki, sanırım bir sonra aktaracağım kitapta böyle bir örnek vereceğim.
Belki de bu kitabın insana kattıkları, öğrettikleri ile benim şu an ki beklentilerim örtüşmediği için bana okuması zaman kaybı gibi geldi, keza kitabı bir arkadaşım okuyordu ve okuma listemde çok kitap olmasına rağmen tavsiye ettiği için ön sıralara almıştım; bu da demek oluyor ki sizde onun gibi okuduğunuzda beğenebilirsiniz.
Kitap okuması kolay, ince bir kitap, soru cevap şeklinde ilerliyor dolayısıyla çok üzerinde düşünerek fazla kafa patlatmadan okunabilecek bir kitap.
Bu ara hızlı okuma kursuna başladığım için mi çok hızlı okuyup iki gecede bitirdim bilmiyorum ama normal şartlarda da çok uzun süreceğini sanmıyorum J
Simyacı benim gerçekten çok severek okuduğum ve beğendiğim bir kitap. Paulo Coelho hakkında olumsuz birşey yazmak da benim haddim değil, ancak bu kitap için kendisini ekstra övemeyeceğim.
Kitabın içeriğinden kısaca bahsetmek gerekirse, ertesi gün düşmanla karşı karşıya gelecek olan halk, kıpti dedikleri Yunanlı’yı dinlemek için meydanda oturur ve ona bazı felsefik sorular sorarlar. Burda bir parantez açmak istiyorum, ‘Kıpti’ kelimesinin anlamını ben çingene olarak  bilirdim ama aslında Yunanca bir kelime olan aigyptos’tan geliyormuş. Aigyptos da eski Mısır’ın başkenti olan hikaptah kelimesinin bir türeviymiş. Günümüzde “kıpt”i kelimesi Hıristiyan Mısırlılar’ı tarif etmekteymiş.

Kıptiye sorulan sorulardan bazılarını kısaca sıralamak istiyorum belki onun bakış açı ile cevaplarını almak istedikleriniz varsa ilginize çeker.

Yenilgi nedir?
Mağlup kime denir?
Yalnızlık nedir?
Hayatımı değiştirmekten hep korktum
Güzellik nedir?
Hangi yöne gitmeliyim?
Cinsellik nedir?
Hayatta kalanlar çocuklarına ne öğüt vermeil?
Zarafet nedir?
Mucize nedir?
Neden endişe içinde yaşıyoruz? Ve bunun gibi  birkaç soru daha.

Benim bu soruların cevaplarından beğendiğim ve kendime hatırlamak için seçtiklerimde aşağıdakiler.
Doğanın döngüsünde, zafer veya yenilgi diye bir şey yoktur, yalnızca devinim vardır.
Hayatta asla yalnız kalmayan kişiler, kendilerine yabancılaşır.
Yaşamın mucizesini anlayan kişilerin hayatında sevgi ve yalnızlık beraber huzur içinde yaşayıp gider.

Okursanız ve farklı yorumlarınız olursa, bana da bakış açısı katması için paylaşırsanız memnun olurum J