Kaan Varnalı'nın 'Dijital tutulma' isimli kitabına ait yorumuma, aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
Kitaplar hakkında yorumlarım, okuduklarımın sadece bana düşündürdükleri ve hissettirdiklerinden ibaret! Benimle hem fikir olacak ve olmayacak çok insan olacaktır; belki de bloğumu okuyan kimse olmayacaktır. Hiç fark etmez! Sizde çok beğendiğiniz bir kitabı herkes okusun istiyorsanız ya da sadece bir pazarlama başarısı olduğunu düşünüyorsanız, yorumlarınızı yazın :)
28 Kasım 2013 Perşembe
3 Kasım 2013 Pazar
Etkili düşünmenin 5 elementi - Edward B. Burger & Michael Starbird
Edward B. Burger ve Michael Starbird'ün 'Etkili düşünmenin 5 elementi' isimli kitabına ait yorumuma, aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
18 Ekim 2013 Cuma
Bilinçaltımdaki reklamlar - Robert Heath
Robert Heath'in 'Bilinçaltımdaki reklamlar' isimli kitabına ait yorumuma
aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz :)
![]() |
10 Ekim 2013 Perşembe
Alper Kamu Cehennem çiçeği - Alper Canıgüz
Alper Kamu Cehennem çiçeği kitap yorumuma aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz :)
9 Ağustos 2013 Cuma
JOSE SARAMAGO - ÖLÜM BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ
Jose Saramago’nun ‘Ölüm bir varmış bir yokmuş’ isimli
romanına bende çoğu yorumda bahsedilen bir bilgi ile başlayacağım, belki de kitabın
en büyük özelliklerinden biri bu: Aynı cümle ile başlıyor ve bitiyor: ‘Ertesi
gün kimse ölmedi’. Bu noktada kitap bittiğinde bir an acaba ikinci
bölüm olarak nitelendirebileceğim kısım flashback yapılmış kısım mıydı diye
düşünmeden edemedim ama değil.
Kitabın içeriğini iki kısıma ayırabiliriz. İlk bölüm, ölümün
yeni yıl sabahı artık kimseyi öldürmemeye karar vermesi ile yaşanan kaoslardan
bahsediyor. İkinci bölümde ise; ölümün tekrar insanları öldürmeye başlayıp,
yöntemde yaptığı değişiklik ile son anda insan olmaya ve belki de aşka yenilip
tekrar öldürmeyi bırakmasını anlatıyor.
Okunmasını tavsiye ederim. Uzun cümleler kuran bir insan olmama
rağmen yazarın uzun cümleleri, noktalama işaretleri kullanmayan tarzı bazen
sizi konudan kopartabiliyor ama benim bu zamana kadar en uzun cümleler kuran
yazar olarak nitelediğim Mario Levi’ye göre okuması çok kolay.
Dili nispeten yalın, tabi derinlerdeki anlamı çözmek için
arada durup düşünmeniz gerekiyor. Kara mizah yapılmış. ‘Şimdi bunu mantıksız
bulacak okuyucular için bir açıklama yapalım.’ şeklinde özellikle ikinci
bölümde iç monologlar kullanmış. Sonuç okuması keyifli denebilecek ve bence
okunması gereken, 1998’de Nobel Edebiyat Ödülü almış bir kitap.
Gelelim beni etkileyen iki kısma:
Kitabın ilk bölümünde ölüm bir gün insanları öldürmekten
vazgeçiyor dedik ya, bir anda ülke bir kaosun içine giriyor. Yasadışı gruplarla
devlet iş birliği yapmaya başlıyor çünkü hastaneler ölmeyen hastalar ile ne
yapacaklarının, sigorta şirketleri yıllarca ödenecek maaşların, cenaze
defnedenler de ölüm olmadığından parasızlığın derdine düşüyorlar. Bu kısımdan ben üzücü ama etkileyici bir
fikir çıkardım. İnsanların eylemlerinden görüyoruz ki, sistemin çalışması için
gerekli kararlar acımasız, ahlaksız, zarar veririci olabilir ama herzaman önceliklidir.
Temelde iyilik, insanların uzun yaşaması vs gibi konuların çıkarlar, maddiyat
ve sistem söz konusu olduğunda ikinci plana itilmesi ise gayet olağandır.
Bu, sistemi kuranlar, yukardakiler, yönetenler tarafından
yapılan bir eylemken; birazdan bahsedeceğim ikinci fikir de, insanların
yakınlarına, akrabalarına, dostlarına yapabildiği çirkinliği anlatıyor.
Kitabın kurgusundan çok bahsetmeden değinmek gerekirse; ölmek
üzere olan kişiler ölüm olmayan ülkeden mafia vasıtasıyla sınırı geçerek ölüme,
ebedi huzura kavuşabiliyor. Mafia başta
illegal ve insanlar evdeki hastalarını bu şekilde ölüm ile buluşturuyor ve
soran konu komşuya hala evde hasta yattığını söylüyor. Sonra mafia ve devlet bir anlaşma yapıyor ve
bu sistem yasal hale geliyor, ölen insanlara ölü raporu veriliyor ve bir anda
mafia’nın işleri bozuluyor çünkü sevdiklerinin kendi rızası da olsa, zor
günlerinde onları terk eden yakınları afişe olmuş oluyor. ‘İnsan eti ağırdır.’ söylemi
de, bence tam bu durumu anlatan bir söylem. Ama bir diğer ağır olan şey bu
ağırlığın altında ezildiğini konu komşuya göstermek galiba. Sonraki çözüm ölüm
raporlarına intihar olarak bilgi yazılması oluyor ve tekrardan mafia’nın işleri
düzeliyor. Hepsinde sonuç, taraflar aynı. Ölmeyi isteyen yine ölüyor, ölüm için
yardımcı olan akraba yine destek oluyor, mafia yine organizasyonu yükleniyor ve
devlet göstere göstere ya da gizliden bu sisteme destek veriyor ama insanların
tutumları arada değişiyor. Bunun acı olsada bende uyandırdığı fikir, ahlakın
çoğu insanda tamamen toplum baskısından kaynaklı var olduğu. Kalbimiz, gerçek
iyilik ve doğruluk değil; yasalar ya da sistem değil, başka insanların bizim
için ne düşünecekleri aslında bizim çoğu olaydaki kararımızı etkileyen faktör.
Yukarıda da yazdığım gibi kitabı okuması kolay ama üstü
kapalı verdiği mesajlar nedeniyle ağır denebilecek bir kitap. Yazarın
kilise tarafından aforoz edilmiş ve marksist olduğu da söylemek bazı şeyleri
çözümleminizde daha yardımcı olur sanırım.
Çok uzatmadan benim için yeni iki kavramı paylaşmak
istiyorum:
Atrapos: Kader tanrıçalarının üçüncüsüymüş.
Omni presentis: Her yerde bulunan, mesela Tanrı.
Ve kitabın sonu ile ilgili bir cümle edip, yorumu
beğenenleri kitap ile başbaşa bırakıyorum. Başlangıçta ölümün bitmesinin
doğurduğu kargaşanın detaylı olarak betimlenmesine rağmen insanın duygusal
sonlara olan zaafiyetinden sanırım, son kısımda ölümün bitmiş olması, tüm
varlığı boyunca gerçekleştirmesi gereken amaca tamamen zıt, duygusal bir
düşünce ve eylem içine giriyor olması son sayfalarda insanın yüzünde bir
tebessüm oluşturuyor; en azından bende öyle oldu. Romanın akışına göre beklenmeyen bir son olduğundan paylaşmak istedim.
İyi okumalar!
17 Temmuz 2013 Çarşamba
JOE NAVARRO - BEDEN DİLİ
Tatile denk gelip de pilajda okuyunca, etrafımdaki insanları gözlemlemeye başladım; çok da eğlenceli oldu diyebilirim.
Paul Ekman’ın ‘Yalan söylediğimi nerden anladın?' İsimli kitabı ile ilgili yorumumu paylaşmıştım, eğer yorumu ya da kitabı beğendiyseniz, Ekman gibi FBI’da görev almış Joe Navarro’nun ‘Beden Dili’ isimli kitabını da beğenirsiniz.
Yazar bazı yerlerde Ekman’ı referans vermiş ve kendisine teşekkür etmiş.
Kitabın dili yalın, insan vücudunu bölümlere ayırarak gayet rahat bütünü görmenizi sağlayacak şekile yazmış. Bu zamana kadar beden dili ile ilgili piyasada bir sürü kitap gördüm, bazılarını da okudum. Yine de Navorro’nun kitabını okumanızı tavsiye ederim, çünkü çok bilindik bilgilerin yanı sıra tahminimce ilk defa duyacağınız bilgileri de içeriyor.
Gelelim yine benim kitaptan ilgimi çektiği için aldığım notlara. Öncelikle ilk kez duyduğum terimlerden bahsetmek istiyorum:
İdyosenkratik: Özel durumla ilgili demekmiş.
İlk insana verilen isim: 'Haminid'miş ve 7 milyon önce var olduğu düşünülüyormuş.
Bir başka kavramda çoğu beden dili ve satış kitabında geçen ‘aynalama’ kavramının bilimsel terimi: İsapraxism.
İnsan davranışlarında beden dilini okurken başvurulan temel kategorilerden bahsetmiş:
Kinesis: Fiziksel hareketler
Proksemik: Vücut mesafeleri
Haptiks: Dokunma
Postür: Vücudun duruşu
Dürüst, hayatta kalmak için varoluştan itibaren deforme olmadan, bizi hayatta tutmaya yarayan; bu zamana kadarki yorumlarımda bazı kitaplarda 'ilkel beyin' olarak geçtiğini belirttiğim beynin nasıl bir tutum içınde olduğundan ve neokorteks yani düşünen beynin insanı kandırmak istediğinde nasıl hareket etmeye sebep olduğundan bahsetmiş.
İnsanın stres anlarında kendini yatıştırmaya ihtiyacı olduğu bildiğimiz birşey. İnsanlar ağız, ense kısımlarına dokunduklarında anlamamız gereken şey kendini yatıştırma ihtiyacı duyduklarıymış.
Esnemek dendiğinde akla ilk, kişinin ilgisinin azalmış olacağı, konudan ya da sizden sıkılmış olacağı gelir ama aslında limbik beynimiz esneyerek tükürük bezlerini harekete geçirdiğinden, esnemek stresimizi gidermek için de yaptığımız bir eylemmiş.
Normalde gözler kalbin aynasıdır derler ve birine bir soru sorduğumuzda ‘Gözlerimin içine bakarak cevap ver.’ deriz, çünkü kişilerin hislerini, doğru söyleyip söylemediklerini yüzlerine, yaptıkları mimiklere bakarak anlamaya çalışmak bizim bu zaman kadar öğrendiğimiz bir durumdur. Tam da bu sebepten yani ilginç ve farklı bir başlangıç yapmak istemesinden sanırım; Navarro ayakların aslında nasılda kişilerin iç dünyasını okumakta önemli bir ipucu olduğundan bahsederek giriş yapmış.
Peki ayaklar ile ilgili neler demiş? Yer çekimine karşı duran ayaklar neşenin göstergesiymiş. Geniş alana açılan ayak duruşu, kendi gücünü, egemenliğini göstermek, sorunun farkında olup meydan okumaya hazır kişiler tarafından yapılırmış.
Gerilim anında ise bacaklar kapanır böylece tansiyon düşürülür ve karşı tarafa bak daha pasifim izlenimi verilirmiş.
Sosyo ekomomik statüsü yüksek kişiler, bacak açarak alanını geniş tutmayı ve gücünü göstermeyi tercih ederlermiş; benim şahsi görüşüm gerçekten de karizmatik olarak algıladığım insanların otururken kendinden emin, yayıla yayıla oturduğu yönünde. Buradaki yayıla yayılayı lakayıt oturuştan farklı olarak söylediğimi de belirtmek isterim J
Birinin yanında ayaklarımız çapraz, özellikle de ayakta duruyorsak bu karşımızdaki kişiye güvendiğimizin göstergesiymiş. Neden derseniz? Bu pozisyon dengemizin az olduğu bir pozisyon ve limbik(dürüst) beynimiz tehlike anında önce donarak, sonra kaçarak, sonra da savaşarak tepki verirmiş ve çapraz ayakla ancak karşımızdaki kişiden zarar gelmeyeceğini düşündüğümüzde durmayı tercih edermişiz.
Kitabın genelinde yazar, ani değişen duruş ve davranışları değerlendirmenin; beden dilini okumakta çok önemli olduğunu yazmış. Çünkü hareketler arasındaki ufak nüanslar anlamı çok değiştirebiliyor ve ezbere değerlendirmek yanlış sonuçlar çıkarmamıza sebep olabiliyormuş. Mesela bacak bacak üstüne atmış kişi üstteki bacağını bariyer olacak şekilde dik koymuşsa bu sizinle arasına engel koymak istiyor anlamına gelirken; daha yatar konumda, kendini size açtığı ve pozitif bir düşünce içinde olduğu anlamına geliyormuş. Kitapta gayet açıklayıcı görseller de olduğundan anlaması benim burda aktardığımdan daha kolay, o nedenle ilginizi çekiyorsa okumanızı tavsiye ederim.
Birinin bacakları hareket etmeden donmuş biçimdeyse, yalan söylüyor olması muhtemelmiş. Anlayacağınız üzere beden dilini okumakta bacaklar çok önemli olduğundan, mümkün mertebe kişiler ile aranızda engel, geneli görmenize mani olacak eşyalar olmasın diye de tiyo vermiş.
Kişiler hoşlarına gitmeyen bir durumda gözlerini kısarak sanki gördükleri şeyi daha az görebilir olup, kendilerini rahatlatmak isterlermiş. Hatta çok ilginç, doğuştan görme engelli kişiler bile hoşlarına gitmeyen birşey duyduklarında elleri ile gözlerini kapatırlarmış. Benzer durum kendilerini suçlu hissettiklerinde de kendilerini daha az görünür kılacaklarını düşüdükleri, kaplumbağa gibi omuzlarını kaldırıp kafalarını içeri doğru saklama çalışmaları şeklinde ortaya çıkarmış.
Gelelim ellere ve kollara. Uysal kişiler tartışma anında kollarını geriye çekerken, öfkeli ve güçlü karakterler yanlara doğru açarlarmış.
Flörtte de kolların yakın, birbirine temas eder gibi olması tahmin edeceğiniz üzere, aradaki samimiyetin iyiye gittiğinin göstergesiymiş. Temas etmek karşımızdaki kişinin düşünceleri hakkında bilgi edinmek açısından çok önemli bir gösterge. Sevdiğimiz, temas etmek istediğimiz kişilere karşı kollarımızı önde tutarken, ya da kişiyi kol mesafemiz kadar kendimize yaklaştırırken; sevmediğimiz kendimizi uzak tutmak istediğimiz kişilere karşı kollarımızı arkada tutarmışız. Bu hareket köpekleri çok sinirlendirirmiş, köpeği olan var ise yazar deneyimlemeyi tavsiye etmiş.
Konuşma esnasında ellerin gizlenmesi, karşınızdaki kişide birşey gizlendiği, riyakar bir tutum sergilendiği izlenimi uyandırıyorken, eli cebinde olan bir insanın baş parmağını da cebine sokması düşük güven göstergesi olarak algılanırmış.
El sıkışırken sol el ile elin kapatılması pozitif olarak algılandığından politikacıların uyguladığı bir taktik olmuş ve adı da ‘Politikacı tokalaşması’ olarak kalmış.
Başka bir enteresan bilgi daha vermiş yazar: Yemek yerken, bizi endişelendirecek, sinirlendirecek bir durum olduğunda karnımızın ağrımasının sebebi, beynimizin sindirim sistemini bloke edip, gerekli durumlarda kaçmak için hazırlığa girmesinden kaynaklanırmış. Büyük kas grupları olan bacak, kollara kan pompalanmaya başlıyor.
Size bir şey anlatan ya da bir sorunuza cevap veren kişi bilgisi olmadığını söylüyorsa ve iki omuzuda kalkıyorsa, dediğine inanabilirsiniz ama bir omzu kalkıp bir omzu sabit duruyorsa, olayı biraz irdelemeniz tavsiye ediliyor.
'Akimbo duruşu' olarak adlandırılan bir duruştan bahsetmiş. Bu ellerin belde olup, v şeklinde kırık durduğu pozisyon. Askerler, polisler bu duruşu sık kullanırlarmış. Neden dersiniz? Çünkü güç ve iktidar göstergesiymiş, sivil polislere kimliğini deşifre etmemeleri için bu duruştan kaçınmaları öğütlenirmiş. Sunum esnasında bu duruşu yapıyor olmak özellikle, erkek egemen ortamlarda kadınlar için avantaj olurmuş. Ama bu duruşta da dikkat etmeniz gereken nokta başparmağın arkaya bakması, aksi takdirde merak içinde olan insanların vücudunun sergilediği duruşu sergilemiş oluyorsunuz.
E artık yüz kısmına gelebiliriz.
Yine farklı yorumlamaya açık olan bir davranış da, siz birşey anlatırken karşınızdaki kişinin uzaklara bakması. Yukarıdaki esneme örneği gibi böyle durumlarda kişinin sizinle ya da anlattıklarınızla ilgilenmediğini düşünebilirsiniz ama kişi aslında sizi samimi bulduğu için, düşüncelerine netlik kazandırmak için bu davranışı yapıyor olabilirmiş.
Dudaklarda tahmin edeceğiniz üzere, bizim dikkatimizi odaklamamız gereken bir kısım. Kişi yapmacık mı yoksa içten bir gülümseme mi sergiliyor, ya da dudak büzerek sizinle hem fikir olmadığını mı ima ediyor anlayabiliriz.
Dudak yalamak ne anlama geliyor derseniz; kitapta onla ilgili de bir bölüm var. Bu sakinleşmek amaçlı yapılan bir diğer davranışmış.
Burun kısmına gelince, bildiğimiz bir bilgiyi de yine paylaşayım. Burun deliklerinin hareket etmesi kişinin bir boğa gibi sinirlendiğinin ya da fiziksel harekete geçeceğinin göstergesiymiş.
Burnu ve çenenin yukarı kalkması, kibiri; aşağı düşmesi ise memnuniyetsizliğin belirtisi olarak tanımlanabilirmiş.
Son olarak genel tiyoları okuduktan sonra, kişileri gözlemleyerek kendimizi geliştirirken; yaparsanız faydasını göreceğiniz çok önemli bir ipucu da bir mimik, davranış, duruşun ne anlama geldiğini anlamak için o hareketi kendi üzerinizde uygulamanız. Size ne ifade ettiğini tespit ederseniz karşınızdaki kişinin beden dilini de büyük ölçüde çözmüş oluyormuşsunuz.
Kitap ile ilgili söyleyeceklerim bu kadar, başta da dediğim gibi okumanızı tavsiye ederim. Ben şahsen ders kitabı gibi direk bilgi paylaşan yazım türlerinden hoşlandığım için kitabı beğendim; bazı kişiler için biraz referans kitabı gibi gelebilir ama kısa sürede okuyup, engin bilgiler alabileceğiniz bir kitap olduğunu düşünüyorum.
Herkese iyi okumalar!
21 Haziran 2013 Cuma
ROLF DOBELLI - HATASIZ DÜŞÜNME SANATI
Rolf Dobelli çok güzel birşey
yapmış. Belki bir kısmını çoğumuzun sezgisel, çoğumuzun bilinçli olarak bildiği
bazılarını da hiç duymadığımız, karar verirken hayatımızı etkileyen,
inandığımız hatalı düşünce metodlarını listeleyen bir kitap yazmış. Yalın anlatımlı,
direk bilgi aktaran kitapları çok seven biri olarak ben çok beğendim
diyebilirim, şiddetle de okumanızı tavsiye ederim.
Bu 52 maddeden oluşan hatalı
düşünce modellerinin günlük hayatımızda kullanılabilmesi ile ilgili benim
düşüncem de yazar ile aynı. Yüzyıllardır alıştığımız düşünce sistemlerini
değiştirmek, bunlara göre karar vermek gerçekten çok kolay değil ama bakın
kendisini bu yöntemleri hayatında nasıl kullanıyormuş. Eğer bende en azından bu
şekilde de olsa hayatıma uygulamayı başarabilirsem eminim çok faydasını
göreceğim.
‘Düşünce hatalarından
kaçınmak zahmetli o nedenle sadece önemli özel hayat ve iş kararlarında
listemin üzerinden tek tek geçerek, kararımı kontrol ediyorum’ demiş Dobelli.
Kitap ince bir kitap ama
bende her maddeyi aklımda kalacak şekilde özetleyerek okuduğum için 1 haftamı
oldı bitirmek ama her maddenin özetini tabiki sizinle paylaşmayacağım. Daha çok
aklımda kalan, beni şaşırtan ve hep aklımda kalmasına özen göstereceklerimi
sizinle paylaşacağım.
Başarı olasıklarını gerçekte
olduklarından daha yüksek algılıyormuşuz; bu bence günlük hayatta en çok aklımıza
gelebilecek ve yapmaktan sakınabileceğimiz maddelerden biri. Bunun sebebi de
medyanın, kitapların başarı hikayelerini sevmeleri ve onlara daha çok yer
vermeleri; dolayısıyla biz onları daha çok okuyoruz ve daha aşinayız bu nedenle
arka tarafta aynı konularda başarısız olmuş örnekleri göz ardı ediyoruz.
Seleksiyon kıstasında, sadece
çok yüzdükleri için mi yüzücülerin iyi vücudu olduğunu ya da zaten yüzmeye
uygun vücutları olduğu için mi iyi yüzücüler olduklarını baz alarak çoğu konuyu
değerlendirin diyor. Yani bazen neden ve sonucu karıştırabiliyoruz.
Burda çok moda olan benim de
zaman zaman yorumlarını koyduğum kişisel gelişim kitaplarından uzak durmamız
gerektiğini öğütlemiş çünkü şansız insanlar bu kitapları yazmazlar, bir avuç
şanslının tavsiyeleri sizing hayatınızda da aynı başarılı sonuçları
doğurmayacaktır, diyor.
Sürü psikolojisi en
bildiklerimizden. Peki neden içimizde bu psikolojiyi barındırıyoruz? Çünkü
geçmiş ilkel zamanlarımızda hayatta kalmak için detaylı düşünüp karar verecek
kadar vaktimiz olmadığında, diğer insanların yaptıklarını yaparak hayatta
kalmışız. Herkes kaçıyorsa sizde kaçın ama artık bunun mantığını bildiğinize
göre bazı durumlarda detayları değerlendirin. Yani en çok satan ürünü almak
zorunda olmayabilirsiniz aslında!
Batık maliyet yanlışı, bir
projeyi neden yarıda bırakıp gitmek daha karlıyken sonuna kadar devam ettirmeye
çalıştığımızı anlatıyor. Sebep güvenilir gözükmek ama sadece güvenilir gözükme
isteğimiz gerçekten güvende olmamamıza sebep olabiliyor.
Bu konuda çok emek harcadım
bu tezi bitirmem gerek inadı aslında bundan kaynaklanıyor.
Doğrulama eğiliminin bütün
düşünce hatalarının atası olduğundan bahsetmiş çünkü insan beyni doğrulanamayan
kanıtları 30 saniye sonra unutma eğilimindeymiş.
Bunun bir de 2. Maddesi var:
Bir fikri kanıtlayan nedenleri sayıyoruz ama kanıtlamayanları göz ardı
ediyoruz. İşte kişisel gelişime taş attığı noktalardan biri: Meditasyon ile
mutlu olanlar var ama ya meditasyonsuz mutlu olanlar ya da meditasyona rağmen mutlu
olamayanların durumu nedir? Bunu göz ardı etme eğilimindeyiz.
Otorite ön yargısı yine çok
araştırılan ve deneylere konu olmuş bir madde. İnsanların otoritenin
taleplerine uyma eğiliminde olduğunu Milgram testinden biliyoruz. Sonraları
uçak kazalarındaki araştırmalarda bunun konu olduğunu ben de başka kaynaklarda
okumuştum; yazar da yer vermiş. Kaptan pilotun hata yaptığını düşünmesine rağmen
daha az kıdemli olan pilotların bu yorumlarını dile getirememeleri kazaları arttıran
bir neden olmuş. Dolayısıyla, sevilmeyen olma ihtimalinize rağmen mantıklı gelmiyorsa
otoritenin kararını sorugulayın, belki sevilmeyen ama kahraman olursunuz.
Zıtlık etkisi bir pazarlamacı
olarak benim en sevdiğim maddelerden biri. Tahmin edin en çok kullanan sektör
hangisi? 60.000 euro verdiğiniz bir arabaya deri döşeme için 3000 euro
istediklerinde bunu hiç düşünmeden vermeye meyilli oluyorsunuz. E 60.000
vermişken 3000 nedir, hem olmuşken en iyisi oldun değil mi?
Bir sonraki sefer araba
alırken bu tuzağa düşmemeye dikkat edin. Satış tekniklerinde müşterinin talebini
iyi anlayıp, önce istediğinden pahalı ürünü göstermek ve sonra daha uygun
fiyatlı ürünü sunmak, önce ucuz ürünü sonra pahalı ürünü sunmanızdan çok daha
başarılı sonuçlara ulaştıracaktır.J
Elinizi buzlu kovaya
soktuğunuz deneyi de kitaptan okuyup uygulayabilirsiniz, bu beyninizin nasıl
algıladığını da fiziksel ispatlarıyla gösteriyor.
Çok biliyormuş gibi davranan
insanlardan uzak durmamızı tembihliyor. Ben de size Şöför bilgisi olarak
adlandırılan maddedeki anektodu okumayı şiddetle tavsiye ediyorum gerçekten hem
zekice hem gülümsetici hem de gerçekte bu tarz durumlar olduğunu düşündüğünüzde
endişe verici.
Kontrol yanılgısını biraz
açmak istiyorum. Kitabı okurken bunu benim de sıklıkla yaptığımı fark ettim.
Bir düşünün yüksek zar istediğınizde zarları sıkıca sallayıp atıyor ama düşük
istediğinizde yavaşca mı bırakıyorsunuz? O zaman ‘Kontrol yanılsaması’
yaşıyorsunuz sizde benim gibi çünkü mantıksal olarak bakıldığında, hiç bir
etkiniz yok o zarlarda!
Burda Logoterapi diye bir
kavramdan bahsetmiş, araştırdığımda; varoluşsal terapi ile alakalı olduğunu
gördüm. Yaşamda bir anlam bulma çabasının insan yaşamındaki temel itici güç
olduğuna dayanıyor.
New York’da trafik
ışıklarındaki düğmelerin aslında insanların tahammülünü arttırmaktan başka
hiçbir işe yaramadığını ama insanların akışa müdahale ettiklerini
düşündüklerinde daha tahammüllü oldukları için uygulandıklarını belirtmiş.
Sonuç sadece kontrol
edebildiğiniz şeylere odaklanın!
Teşvik hassasiyetinden de
bahsetmek istiyorum çünkü satış, hedef kaygılı ekonomik düzende hergün birçok
yerde bu duruma maruz kalıyoruz. Fransızlar sıçan sayısını azaltmak için her
ölü sıçana para ödeyeceklerini söylediklerinde bilin bakalım ne olmuş? Vatandaş
sıçan yetiştirmeye başlamış. ‘Teşvik hassasiyeti’ doğru yönetilemiyorsa hem
tüketiciler için hem de karlılık, kaliteyi ikinci plana bırakıp sadece kendi
primlerine odaklanan satış temsilcileri yüzünden uzun vadede şirketler için
problem teşkil ediyor.
Bolluk ve çok alternatifin
nasıl kararlarımızı etkilendiğinden önceki yorumlarımda da bahsetmiştim. Hem
kendiniz hem firmanız için alternatifleri çoğaltırken iki defa düşünün; bazen
az çoktur J
Sevilme yanılgısını hayatınızda
ne kadar kullanıyorsunuz, bek galiba çok kullanıyorum. Sadece sempatik olan bir
satışçıdan aslında çok lazım olmasada ürün aldığım olmuştur. Sempatik nedir?
onu kitapta açıklamış yazar: Karşınızdaki kişi ne kadar size benzerse o kadar sempatik
buluyorsunuz, bu kavram ‘öz sevgi’ olarak Incognito’da geçiyordu. Spiritüel
dünyada ise kendin gibi olanı çekme yani ‘Çekim yasası’ olarak
karşılaşmışsınızdır. Satış eğitimi aldıysanız da, ‘Aynalama tekniği’ olarak
geçer. Karşındaki ne yaparsa sen de onu yap. Bu kadar saf bir biçimde insanları
sempatik buluyor ve bize istediklerini yaptırabiliyor olmaları bence düşününce
çok şaşırtıcı ve korkutucu J
Sahiplik etkisi yine sevdiğim
maddelerden biri oldu. Bizim olan kıymetli oluyormuş. Açık arttırmalar tam
burda, insanları can alıcı yanlarından vuruyormuş. Bir örnek vermiş yazar:
50.000 TL verirken düşündüğünüz, pazarlık yaptığınız aracı satın aldığınızda ve
biri size hemen 50.000 satın almak için teklif verdiğinde bir düşünün 50.000’e
tamam mısınız, yoksa en az 55.000 mi istersiniz J
Enderlik yanılgısı tahminimce
çoğu insanın yaşadığı bir şey o nedenle bilindik olmasına rağmen bu maddeye de
yer vermek istedim. Bilimdeki adı’ Tepkisellik’miş. Bir seçenek artık elimizde
olmadığında bizim için daha kıymetli, giden ve başkası ile çıkmaya başlayan
eski sevgili gibi J O nedenle sonradan sizin için kıymetli olacaksa
baştan kıymetini bilin….
Temel oran ihlali bence
aklımızda kalması gereken bir yanlış düşünce şekli daha: Almanya’da klasik
müzik seven bir kişinin profesör mü, otobüs şöförü mü olduğu sorulduğunda genel
profösör olduğunu söylüyor aslında 10.000 kat daha fazla otobüs şöförü olduğu
düşünülürse, matematiksel olarak otobüs şöförü olma ihtimali daha yüksek.
Maddeler 52 tane biraz daha genel
olarak bahsederek ilerlemek istiyorum sanırım paylaştıklarım konuya ilgi
duyanların kitabı okumasına sebep olacaktır, çok tekrar gibi olmasın.
Bir rulet toplu kaç kez
siyaha düştüğünü hatırlayamaz o nedenle üst üste siyah gelmesi tekrar gelmesine
engel değil demiş yazar.
100 dolar kaybettiğimizde 100
dolar kazandığımızdan daha çok üzülüyoruz. Bu ‘Tümevarım’ maddesinin örneği ama
bence ‘Sahiplik etkisi’ de burda gözüküyor. Bu niye mi önemli? Birini ikna
etmek istiyorsanız kazanacaklarına değil kaybedeceklerine oynayın J ya da sizi bu metotla ikna etmeye çalışırlarsa uyanık
olun J
Gruplar bireylere göre daha
fazla riske grime eğiliminde oluyorlarmış, insanların grup içinde işi yayma
eğilimleri de daha fazla oluyor. Üniversite 1 ekonomi dersinden çok net
hatırladığım ve havuz problemlerini böyle çözmüyorduk ama dediğim bir kavram
bunu anlatıyordu ‘Diminishing Marginal Returns’.
Meritokrasi kavramından
bahsetmiş, merak edenler için yönetimin liyakata dayalı olduğu sistem.
Osmanlı’daki Devşirme sistemini buna örnek veriyorlar yani yönetimdeki kişiler
bilgi, üstün özellik ve becerilerinden dolayı o göreve seçiliyor.
‘Ayla etkisi’ yine paylaşmak
istediğim çünkü tahminimce yine çokca düştüğümüz bir hatayı anlatıyor. Bir
insan güzelse onun iyi de olduğunu düşünürüz, yani bir tane göz alıcı özellik
ya da kötü özellikten dolayı olayların ya da insanların tüm yönlerini iyi ya da
kötü olarak nitelendirmeye meyilliyiz. Güzel insanların daha çok maaş aldığı,
hatta daha az ceza aldığı araştırmalar ile ispatlanmış bir tez.
Birşeyin nasıl söylendiği
sonucu çok etkiliyor lütfen bunu günlük hayatımızda uygulamaya çalışalım.
%99 yağsız et, %1 yağlı et
örneğini vermiş yazar. Tahmin edin hangisi daha çok tercih edilmiş? %99 yağsız
et; halbuki ikisi de aynı J
Son olarak ‘Hedonik uyumdan’
bahsetmek istiyorum çünkü hemen hemen her özetimde Dan Gilbert’in ‘Mutluluk Üzerine
Çeşitlemeler’ kitabında bundan bahsediyor diyordum bu sefer yazar da Dan
Gilbert’ı referans vermiş. Ve kitabı
okumak istemezseniz en azından hayatınıza uygulayarak daha mutlu ya da daha az
mutsuz olmanıza yardımcı olacaktır diye düşünüyorum.
Lotodan 10 milyon kazandıktan
3 ay sonra aynı mutluluk düzeyindesiniz ama kolay kolay adapte olamadığımız
bizi mutsuz eden konular var. Mesela ev ile iş arasında uzun süren yol, gürültü;
ben mahalledeki inşaat şirketlerinden bu nedenle şikayetçiyim!, stress. Bunları
engellemeniz mutluluk seviyenizi arttırıyor. Zamanı nasıl geçirdiğiniz,
hobilerinize zaman ayırmanız, arzularınıza yakın şeyler yapmanız mutluluk
seviyenizi yukarıda tutuyor. Ve kadınlarda göğüs estetiği, erkeklerde de iş
başarısı uzun süreli mutluluk kaynaklarındanmış.
Bir de Marshmallow Test’inden
bahsetmek istiyorum çünkü içinde psikoloji barındıran romantic komedi
filmlerinden hoşlananlar için bir film tavsiyem olacak. O filmde ana karakter
sosyal psikolog ve bu teste de yer verilmişti. Çocukların önüne şekerleme
konuyor ve birkaç dakika beklerlerse 1 tane daha verileceği söyleniyor. Az
çocuk bekleyebiliyor ama bekleyenlerin yıllar sonra kariyerlerine bakıldığında
daha başarılı oldukları tespit ediliyor. Filmin ingilizce adı ‘Five years
engagement’ yani ‘5 yıl nişanlı’, bence çok keyifli bir film.
Ve yazardan kopya çekip onun
da ‘Sonsöz’ kısmında yer verdiği, ünlü Amerikalı düşünür Ralp Woldo Emerson’un
sözü ile kapanışımı yapıyorum.
‘Topluluk içinde başkalarının
fikirlerine göre yaşamak kolaydır. Yalnızlıkta kendi fikirlerine göre yaşamak
kolaydır. Ama toplulukta bağımsızlığını koruyabilendir sadece takdire değer
kişi.’
İyi okumalar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)