9 Ağustos 2013 Cuma

JOSE SARAMAGO - ÖLÜM BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ


Jose Saramago’nun ‘Ölüm bir varmış bir yokmuş’ isimli romanına bende çoğu yorumda bahsedilen bir bilgi ile başlayacağım, belki de kitabın en büyük özelliklerinden biri bu: Aynı cümle ile başlıyor ve bitiyor: ‘Ertesi gün kimse ölmedi’. Bu noktada kitap bittiğinde bir an acaba ikinci bölüm olarak nitelendirebileceğim kısım flashback yapılmış kısım mıydı diye düşünmeden edemedim ama değil.

Kitabın içeriğini iki kısıma ayırabiliriz. İlk bölüm, ölümün yeni yıl sabahı artık kimseyi öldürmemeye karar vermesi ile yaşanan kaoslardan bahsediyor. İkinci bölümde ise; ölümün tekrar insanları öldürmeye başlayıp, yöntemde yaptığı değişiklik ile son anda insan olmaya ve belki de aşka yenilip tekrar öldürmeyi bırakmasını anlatıyor.

Okunmasını tavsiye ederim. Uzun cümleler kuran bir insan olmama rağmen yazarın uzun cümleleri, noktalama işaretleri kullanmayan tarzı bazen sizi konudan kopartabiliyor ama benim bu zamana kadar en uzun cümleler kuran yazar olarak nitelediğim Mario Levi’ye göre okuması çok kolay.
Dili nispeten yalın, tabi derinlerdeki anlamı çözmek için arada durup düşünmeniz gerekiyor. Kara mizah yapılmış. ‘Şimdi bunu mantıksız bulacak okuyucular için bir açıklama yapalım.’ şeklinde özellikle ikinci bölümde iç monologlar kullanmış. Sonuç okuması keyifli denebilecek ve bence okunması gereken, 1998’de Nobel Edebiyat Ödülü almış bir kitap.


Gelelim beni etkileyen iki kısma:

Kitabın ilk bölümünde ölüm bir gün insanları öldürmekten vazgeçiyor dedik ya, bir anda ülke bir kaosun içine giriyor. Yasadışı gruplarla devlet iş birliği yapmaya başlıyor çünkü hastaneler ölmeyen hastalar ile ne yapacaklarının, sigorta şirketleri yıllarca ödenecek maaşların, cenaze defnedenler de ölüm olmadığından parasızlığın derdine düşüyorlar.  Bu kısımdan ben üzücü ama etkileyici bir fikir çıkardım. İnsanların eylemlerinden görüyoruz ki, sistemin çalışması için gerekli kararlar acımasız, ahlaksız, zarar veririci olabilir ama herzaman önceliklidir. Temelde iyilik, insanların uzun yaşaması vs gibi konuların çıkarlar, maddiyat ve sistem söz konusu olduğunda ikinci plana itilmesi ise gayet olağandır.
Bu, sistemi kuranlar, yukardakiler, yönetenler tarafından yapılan bir eylemken; birazdan bahsedeceğim ikinci fikir de, insanların yakınlarına, akrabalarına, dostlarına yapabildiği çirkinliği anlatıyor.

Kitabın kurgusundan çok bahsetmeden değinmek gerekirse; ölmek üzere olan kişiler ölüm olmayan ülkeden mafia vasıtasıyla sınırı geçerek ölüme, ebedi huzura kavuşabiliyor.  Mafia başta illegal ve insanlar evdeki hastalarını bu şekilde ölüm ile buluşturuyor ve soran konu komşuya hala evde hasta yattığını söylüyor.  Sonra mafia ve devlet bir anlaşma yapıyor ve bu sistem yasal hale geliyor, ölen insanlara ölü raporu veriliyor ve bir anda mafia’nın işleri bozuluyor çünkü sevdiklerinin kendi rızası da olsa, zor günlerinde onları terk eden yakınları afişe olmuş oluyor. ‘İnsan eti ağırdır.’ söylemi de, bence tam bu durumu anlatan bir söylem. Ama bir diğer ağır olan şey bu ağırlığın altında ezildiğini konu komşuya göstermek galiba. Sonraki çözüm ölüm raporlarına intihar olarak bilgi yazılması oluyor ve tekrardan mafia’nın işleri düzeliyor. Hepsinde sonuç, taraflar aynı. Ölmeyi isteyen yine ölüyor, ölüm için yardımcı olan akraba yine destek oluyor, mafia yine organizasyonu yükleniyor ve devlet göstere göstere ya da gizliden bu sisteme destek veriyor ama insanların tutumları arada değişiyor. Bunun acı olsada bende uyandırdığı fikir, ahlakın çoğu insanda tamamen toplum baskısından kaynaklı var olduğu. Kalbimiz, gerçek iyilik ve doğruluk değil; yasalar ya da sistem değil, başka insanların bizim için ne düşünecekleri aslında bizim çoğu olaydaki kararımızı etkileyen faktör.

Yukarıda da yazdığım gibi kitabı okuması kolay ama üstü kapalı verdiği mesajlar nedeniyle ağır denebilecek bir kitap. Yazarın kilise tarafından aforoz edilmiş ve marksist olduğu da söylemek bazı şeyleri çözümleminizde daha yardımcı olur sanırım.

Çok uzatmadan benim için yeni iki kavramı paylaşmak istiyorum:
Atrapos: Kader tanrıçalarının üçüncüsüymüş.
Omni presentis: Her yerde bulunan, mesela Tanrı.

Ve kitabın sonu ile ilgili bir cümle edip, yorumu beğenenleri kitap ile başbaşa bırakıyorum. Başlangıçta ölümün bitmesinin doğurduğu kargaşanın detaylı olarak betimlenmesine rağmen insanın duygusal sonlara olan zaafiyetinden sanırım, son kısımda ölümün bitmiş olması, tüm varlığı boyunca gerçekleştirmesi gereken amaca tamamen zıt, duygusal bir düşünce ve eylem içine giriyor olması son sayfalarda insanın yüzünde bir tebessüm oluşturuyor; en azından bende öyle oldu. Romanın akışına göre beklenmeyen bir son olduğundan paylaşmak istedim.

İyi okumalar!

17 Temmuz 2013 Çarşamba

JOE NAVARRO - BEDEN DİLİ


Tatile denk gelip de pilajda okuyunca, etrafımdaki insanları gözlemlemeye başladım; çok da eğlenceli oldu diyebilirim.
Paul Ekman’ın ‘Yalan söylediğimi nerden anladın?' İsimli kitabı ile ilgili yorumumu paylaşmıştım, eğer yorumu ya da kitabı beğendiyseniz, Ekman gibi FBI’da görev almış Joe Navarro’nun ‘Beden Dili’ isimli kitabını da beğenirsiniz.
Yazar bazı yerlerde Ekman’ı referans vermiş ve kendisine teşekkür etmiş.

Kitabın dili yalın, insan vücudunu bölümlere ayırarak gayet rahat bütünü görmenizi sağlayacak şekile yazmış. Bu zamana kadar beden dili ile ilgili piyasada bir sürü kitap gördüm, bazılarını da okudum. Yine de Navorro’nun kitabını okumanızı tavsiye ederim, çünkü çok bilindik bilgilerin yanı sıra tahminimce ilk defa duyacağınız bilgileri de içeriyor.

Gelelim yine benim kitaptan ilgimi çektiği için aldığım notlara. Öncelikle ilk kez duyduğum terimlerden bahsetmek istiyorum:

İdyosenkratik: Özel durumla ilgili demekmiş.
İlk insana verilen isim: 'Haminid'miş ve 7 milyon önce var olduğu düşünülüyormuş.
Bir başka kavramda çoğu beden dili ve satış kitabında geçen ‘aynalama’ kavramının bilimsel terimi: İsapraxism.

İnsan davranışlarında beden dilini okurken başvurulan temel kategorilerden bahsetmiş:

Kinesis: Fiziksel hareketler
Proksemik: Vücut mesafeleri
Haptiks: Dokunma
 Postür: Vücudun duruşu

Dürüst, hayatta kalmak için varoluştan itibaren deforme olmadan, bizi hayatta tutmaya yarayan; bu zamana kadarki yorumlarımda bazı kitaplarda 'ilkel beyin' olarak geçtiğini belirttiğim beynin nasıl bir tutum içınde olduğundan ve  neokorteks yani düşünen beynin insanı kandırmak istediğinde nasıl hareket etmeye sebep olduğundan bahsetmiş.

İnsanın stres anlarında kendini yatıştırmaya ihtiyacı olduğu bildiğimiz birşey. İnsanlar ağız, ense kısımlarına dokunduklarında anlamamız gereken şey kendini yatıştırma ihtiyacı duyduklarıymış.
Esnemek dendiğinde akla ilk, kişinin ilgisinin azalmış olacağı, konudan ya da sizden sıkılmış olacağı gelir ama aslında limbik beynimiz esneyerek tükürük bezlerini harekete geçirdiğinden, esnemek stresimizi gidermek için de yaptığımız bir eylemmiş.

Normalde gözler kalbin aynasıdır derler ve birine bir soru sorduğumuzda ‘Gözlerimin içine bakarak cevap ver.’ deriz, çünkü kişilerin hislerini, doğru söyleyip söylemediklerini yüzlerine, yaptıkları mimiklere bakarak anlamaya çalışmak bizim bu zaman kadar öğrendiğimiz bir durumdur. Tam da bu sebepten yani ilginç ve farklı bir başlangıç yapmak istemesinden sanırım; Navarro ayakların aslında nasılda kişilerin iç dünyasını okumakta önemli bir ipucu olduğundan bahsederek giriş yapmış.
Peki ayaklar ile ilgili neler demiş? Yer çekimine karşı duran ayaklar neşenin göstergesiymiş. Geniş alana açılan ayak duruşu, kendi gücünü, egemenliğini göstermek, sorunun farkında olup meydan okumaya hazır kişiler tarafından yapılırmış.
Gerilim anında ise bacaklar kapanır böylece tansiyon düşürülür ve karşı tarafa bak daha pasifim izlenimi verilirmiş.
Sosyo ekomomik statüsü yüksek kişiler, bacak açarak alanını geniş tutmayı ve gücünü göstermeyi tercih ederlermiş; benim şahsi görüşüm gerçekten de karizmatik olarak algıladığım insanların otururken kendinden emin, yayıla yayıla oturduğu yönünde. Buradaki yayıla yayılayı lakayıt oturuştan farklı olarak söylediğimi de belirtmek isterim J

Birinin yanında ayaklarımız çapraz, özellikle de ayakta duruyorsak bu karşımızdaki kişiye güvendiğimizin göstergesiymiş. Neden derseniz? Bu pozisyon dengemizin az olduğu bir pozisyon ve limbik(dürüst) beynimiz tehlike anında önce donarak, sonra kaçarak, sonra da savaşarak tepki verirmiş ve çapraz ayakla ancak karşımızdaki kişiden zarar gelmeyeceğini düşündüğümüzde durmayı tercih edermişiz.

Kitabın genelinde yazar, ani değişen duruş ve davranışları değerlendirmenin; beden dilini okumakta çok önemli olduğunu yazmış. Çünkü hareketler arasındaki ufak nüanslar anlamı çok değiştirebiliyor ve ezbere değerlendirmek yanlış sonuçlar çıkarmamıza sebep olabiliyormuş. Mesela bacak bacak üstüne atmış kişi üstteki bacağını bariyer olacak şekilde dik koymuşsa bu sizinle arasına engel koymak istiyor anlamına gelirken; daha yatar konumda, kendini size açtığı ve pozitif bir düşünce içinde olduğu anlamına geliyormuş. Kitapta gayet açıklayıcı görseller de olduğundan anlaması benim burda aktardığımdan daha kolay, o nedenle ilginizi çekiyorsa okumanızı tavsiye ederim.

Birinin bacakları hareket etmeden donmuş biçimdeyse, yalan söylüyor olması muhtemelmiş. Anlayacağınız üzere beden dilini okumakta bacaklar çok önemli olduğundan, mümkün mertebe kişiler ile aranızda engel, geneli görmenize mani olacak eşyalar olmasın diye de tiyo vermiş.

Kişiler hoşlarına gitmeyen bir durumda gözlerini kısarak sanki gördükleri şeyi daha az görebilir olup, kendilerini rahatlatmak isterlermiş. Hatta çok ilginç, doğuştan görme engelli kişiler bile hoşlarına gitmeyen birşey duyduklarında elleri ile gözlerini kapatırlarmış. Benzer durum kendilerini suçlu hissettiklerinde de kendilerini daha az görünür kılacaklarını düşüdükleri, kaplumbağa gibi omuzlarını kaldırıp kafalarını içeri doğru saklama çalışmaları şeklinde ortaya çıkarmış.

Gelelim ellere ve kollara. Uysal kişiler tartışma anında kollarını geriye çekerken, öfkeli ve güçlü karakterler yanlara doğru açarlarmış.
Flörtte de kolların yakın, birbirine temas eder gibi olması tahmin edeceğiniz üzere, aradaki samimiyetin iyiye gittiğinin göstergesiymiş. Temas etmek karşımızdaki kişinin düşünceleri hakkında bilgi edinmek açısından çok önemli bir gösterge. Sevdiğimiz, temas etmek istediğimiz kişilere karşı kollarımızı önde tutarken, ya da kişiyi kol mesafemiz kadar kendimize yaklaştırırken; sevmediğimiz kendimizi uzak tutmak istediğimiz kişilere karşı kollarımızı arkada tutarmışız. Bu hareket köpekleri çok sinirlendirirmiş, köpeği olan var ise yazar deneyimlemeyi tavsiye etmiş.

Konuşma esnasında ellerin gizlenmesi, karşınızdaki kişide birşey gizlendiği, riyakar bir tutum sergilendiği izlenimi uyandırıyorken, eli cebinde olan bir insanın baş parmağını da cebine sokması düşük güven göstergesi olarak algılanırmış.
El sıkışırken sol el ile elin kapatılması pozitif olarak algılandığından politikacıların uyguladığı bir taktik olmuş ve adı da ‘Politikacı tokalaşması’ olarak kalmış.

Başka bir enteresan bilgi daha vermiş yazar: Yemek yerken, bizi endişelendirecek, sinirlendirecek bir durum olduğunda karnımızın ağrımasının sebebi, beynimizin sindirim sistemini bloke edip, gerekli durumlarda kaçmak için hazırlığa girmesinden kaynaklanırmış. Büyük kas grupları olan bacak, kollara kan pompalanmaya başlıyor.

Size bir şey anlatan ya da bir sorunuza cevap veren kişi bilgisi olmadığını söylüyorsa ve iki omuzuda kalkıyorsa, dediğine inanabilirsiniz ama bir omzu kalkıp bir omzu sabit duruyorsa, olayı biraz irdelemeniz tavsiye ediliyor.

'Akimbo duruşu' olarak adlandırılan bir duruştan bahsetmiş. Bu ellerin belde olup, v şeklinde kırık durduğu pozisyon. Askerler, polisler bu duruşu sık kullanırlarmış. Neden dersiniz? Çünkü güç ve iktidar göstergesiymiş, sivil polislere kimliğini deşifre etmemeleri için bu duruştan kaçınmaları öğütlenirmiş. Sunum esnasında bu duruşu yapıyor olmak özellikle, erkek egemen ortamlarda kadınlar için avantaj olurmuş. Ama bu duruşta da dikkat etmeniz gereken nokta başparmağın arkaya bakması, aksi takdirde merak içinde olan insanların vücudunun sergilediği duruşu sergilemiş oluyorsunuz.

E artık yüz kısmına gelebiliriz.
Yine farklı yorumlamaya açık olan bir davranış da, siz birşey anlatırken karşınızdaki kişinin uzaklara bakması. Yukarıdaki esneme örneği gibi böyle durumlarda kişinin sizinle ya da anlattıklarınızla ilgilenmediğini düşünebilirsiniz ama kişi aslında sizi samimi bulduğu için, düşüncelerine netlik kazandırmak için bu davranışı yapıyor olabilirmiş.

Dudaklarda tahmin edeceğiniz üzere, bizim dikkatimizi odaklamamız gereken bir kısım. Kişi yapmacık mı yoksa içten bir gülümseme mi sergiliyor, ya da dudak büzerek sizinle hem fikir olmadığını mı ima ediyor anlayabiliriz.
Dudak yalamak ne anlama geliyor derseniz; kitapta onla ilgili de bir bölüm var. Bu sakinleşmek amaçlı yapılan bir diğer davranışmış. 

Burun kısmına gelince, bildiğimiz bir bilgiyi de yine paylaşayım. Burun deliklerinin hareket etmesi kişinin bir boğa gibi sinirlendiğinin ya da fiziksel harekete geçeceğinin göstergesiymiş.

Burnu ve çenenin yukarı kalkması, kibiri; aşağı düşmesi  ise memnuniyetsizliğin belirtisi olarak tanımlanabilirmiş.

Son olarak genel tiyoları okuduktan sonra, kişileri gözlemleyerek kendimizi geliştirirken; yaparsanız faydasını göreceğiniz çok önemli bir ipucu da bir mimik, davranış, duruşun ne anlama geldiğini anlamak için o hareketi kendi üzerinizde uygulamanız. Size ne ifade ettiğini tespit ederseniz karşınızdaki kişinin beden dilini de büyük ölçüde çözmüş oluyormuşsunuz.

Kitap ile ilgili söyleyeceklerim bu kadar, başta da dediğim gibi okumanızı tavsiye ederim. Ben şahsen ders kitabı gibi direk bilgi paylaşan yazım türlerinden hoşlandığım için kitabı beğendim; bazı kişiler için biraz referans kitabı gibi gelebilir ama kısa sürede okuyup, engin bilgiler alabileceğiniz bir kitap olduğunu düşünüyorum.

Herkese iyi okumalar!